29 Haziran 2009 Pazartesi

Biz bunu hep yapıyoruz


Güzel yurdumun piliciyle ünlü(gerçek anlamda) şirin bir ilçesinde karşıma çıkıverdi bu yazı. Lokanta, çay bahçesi karışımı bu yerde karnımızı doyurup çevremizi kolaçan etmeye başlamıştık ki...
.
Gördüğünüz gibi; yazım kurallarını ezip geçmenin yanı sıra esprili bir dil kullanmaktan geri kalmayan patron, o gün-bugün derken ne de güzel anlatmış niyetini. Gülümserken düşündürüyor da.
.
Aslında günlük yaşamımızda bu ifadenin benzerleriyle sıkça karşılaşırız:
''Olsa dükkân senin'' lâfı, olmadığı için cömertçe dile getirilir. Dükkân sahibi arkadaşların ''Bak artık bir dükkânım var, ne istersen alabilirsin'' dediği görülmüş müdür? ''Düğününde kalburla su taşıyacağım'' sözü de insanı ne kadar mutlu eder. Oysa hiç de gerçekçi değildir. Onun yerine ''Sen evlen buzdolabını ben alacağım'' demek daha mantıklı değil midir? Yoook, bağlayıcı bir söz sıkıntı yaratır. En iyisi kalburla su taşımak.
.
Bir çay bahçesi yazısından nerelere geldik. Kimbilir daha ne örnekler çıkar. İnsanoğlunun doğasında var herhalde. Vermeyeceklerini veriyormuş gibi, yapmayacaklarını yapıyormuş gibi... yaparak, karşısındakinden anlık sevgi, dostluk, hatta minnet çalmak. Bu da bir başka tatmin yolu olsa gerek.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Hayırdır inşallah



Hep imrenmişimdir'' Dün bir rüya gördüm'' diye söze başlayıp anlatanlara. Hayatım ''Hayırdır inşallah'' demekle geçiyor. Oysa ben, ayda yılda bir rüya görenlerdenim. Ya da görüp de hatırlayamayanlardan.

Bu konuyu neden seçtim? Çünkü, nihayet bir rüya görebildim, uzunca bir aradan sonra. Hayırdır inşallah. :-))) Görmemiş rüya görünce ne yapar? Bir rüya tabiri kitabı alır eline ve başlar aramaya. Ben de aynen öyle yaptım:

Rüyamda, ayıptır söylemesi ''Lahana'' görmüştüm. Sınavdan iyi not bekleyen öğrencinin sonucu öğrenmesi heyecanıyla, kitapta L harfini buldum. Lahanayı buldum. Yorumun ilk satırı''Rüyada lahana görmek çok iyidir''. Keh keh keh. İkinci cümle ''Pişmiş lahana gördüyseniz bu pek de hayra yorulmaz'' Moral sıfır.'' Ama pişmiş lahananın rengi yeşilse zenginlik bereket demektir.'' Burada kafayı kitaptan kaldırıp rüyaya geri dönüş yolculuğu ve bir belirsizlik. Okumaya devam''Şayet rengi sarıysa hastalıkla tabir edilir'' Şaşkınlık had safhada. Susmayan iç sesi ''Keşke daha dikkatli izleyebilseydim rüyamı'' Sarı mıydı, yeşil miydi? gel-gitleriyle ziyan olmuş bir rüya.

Böylelikle anlıyorum ki, rüya görmek her babayiğidin harcı değilmiş. Rüya tabiri kitaplarıyla kafa karıştırmak duygu karmaşası yaratmaktan başka birşey değilmiş. Hele hele rüya görmek bana hiç de lâzım değilmiş. Ben seve seve asli görevime geri dönüp hepinize gördüğünüz, göreceğiniz tüm rüyalar için topluca bir;

Hayırdır inşallah diyorum.

21 Haziran 2009 Pazar

Romus- Romulus


Büyük Roma İmparatorluğunu kim kurmuş?
- Efsaneye göre; Romus, Romulus kardeşler.

İlginç bir de öyküleri vardır. Doğdukları zaman bu ikiz kardeş, bir sepet içerisinde nehrin sularına bırakılır. Suların çekilmesiyle karaya oturan sepeti bir kurt bulur. Çocukları bir anne gibi emzirir, korur. Daha sonra, bir çoban nezaretinde gelişimlerini sürdürür kardeşler. Herhalde çoban onlara; okuma yazma, görgü kuralları ve Roma nasıl kurulur?...vb dersler vererek tarihdeki yerlerini hazırlar.

Tarihle aram hiç iyi değildir. Ama böyle ilginç olayları ve isimleri hafızam pek sever. Yazımı okumaya başlamadan önce gördüğünüz fotoğrafın, konuyu nereye bağlayacağım konusunda sizlere ışık tuttuğunu zannediyorum . Evet, resimde gördüğünüz iki afacan, bir sabah anneleri tarafından balkonumuza resmen getirildiler. Güzelim balkonumuzda imparatorluklarını ilan ettiler. Soldaki Romus, sağdaki Romulus. Anneleri kurt olmamakla birlikte sokağımızın en ruhsuz ve donuk kedisidir. O'nu ''Sfenksss,Sfenksss'' diye çağırma nedenimiz de bu duruşundandır zaten.
.
Şu an balkonda çift kale maç yapan bu şirin kardeşleri sizlere de tanıtmak istedim. Biraz daha büyüdüklerinde onlara bir de güzel yuva bulabilirsek ne mutlu bize.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

11 Haziran 2009 Perşembe

.okia cep telefonu

Günün olayı:
Cep telefonunu tuvalete düşürünce...Alınan bilgiye göre, İnegöl Vergi Dairesi'ne ait tuvaleti kullanan Sevcan Ö. (38), cep telefonunu tuvaletin deliğine düşürdü.Telefonunu çıkarmaya çalışan Sevcan Ö, kolunu tuvaletin deliğine sıkıştırdı. Bağırarak yardım isteyen kadının yardımına vergi dairesi çalışanları yetişti.Tuvalete sıvı sabun döken vergi dairesi çalışanlarının yardım çabaları da sonuç vermeyince, durum itfaiye ekiplerine bildirildi. Olay yerine gelen İnegöl Belediyesi itfaiye ekipleri, tuvaleti kırarak kadının kolunu sıkıştığı yerden kurtardı. Kolunda şişlik ve çizikler meydana gelen Sevcan Ö, İnegöl Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Burada genç kadına tetanos aşısı yapıldığı öğrenildi. Öte yandan, cep telefonunun bulunamadığı bildirildi.
.
Haber ve resim; gazetevatan.com dan.
**************
.

İnşallah başlık yazımdan fesatça bir anlam çıkartmamışsınızdır.:-))) Sadece reklam olmasın diye ilk harfini yazmadım. Ben de kullanıyorum ve çok memnunum.
.
Ben diyeyim günün, siz diyin ayın, onlar desin yılın, öbürleri desin yüzyılın olayı. Yaşanan, çoktan seçmeli sorunlu bir olay. Can havliyle yapılan eylem sonucunda; ya cep telefonuna ulaşılacak, ya da ''Olmadı yerine bir boncuk verelim'' durumu yaşanacak. '' Allah böyle bir duruma düşmanımı düşürmesin''
.
Sevcan Ö, bu sabah da her sabah olduğu gibi normal, sıradan bir vatandaş gibi güne başlamıştı oysa ki. Ama artık o eski Sevcan değil. Eminim: Bugün, cabbar girişimi nedeniyle arka cepheden tanıdığımız bu sade vatandaşımızı, yarın TV kanallarının haber stüdyolarında ön cepheden de görme şansına erişiriz. Ülkemiz için önemli bir olay ne de olsa. Masaya yatırıp, irdelemek gerekir.
.
Aslında, gerçekten önemli bir olay. Ama psikologlar tarafından ele alınması gereken bir olay. Konu dönüp dolaşıp'' CEP TELEFONU SEVDASI''na dayanıyor. Vazgeçemeyeceğimiz alışkanlıklarımız sıralamasında birinci sıraya oturuverdi kısa adıyla ceplerimiz. Daha ötesi olabilir mi? WC ye bile onunla gidiyormuşuz meğer.Tuşlarına alıştığımız, fotoğraflarla albüm haline getirdiğimiz, zaman zaman geriye dönüp sakladığımız mesajlarımızı görmek istediğimiz can dostlarımız. Kaybedince kalp krizi geçirecek kadar üzüldüğümüz, düşürdüğümüz yer köpekbalıklarıyla dolu bir havuz bile olsa ( benim için yaşanan olayla eş değer) ardından atlanacak kadar önemli bir şey.
.
Midelerinizde yarattığım hasar için özür dilerim. Ben de fotoğrafı öyle uzun uzadıya inceleyemedim. Gerçekten insanı rahatsız eden bir görüntü. Ama ne yapayım çok ilginç. Sizlerle paylaşmasaydım hiç içime sinmezdi.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle

5 Haziran 2009 Cuma

Deyimlerimiz




Konuşmalarımıza zaman zaman renk, coşku katan, sayısız deyimlerimiz var.

Bazılarını çok merak ediyorum; hangi duygu ve düşünce hali içerisinde, kimler tarafından üretildi. İçlerinde mantığa uygun olanlarının yanı sıra ''Bu hangi aklın işidir?'' dedirttirenleri de var. Bugün bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kirli çıkı gizli gizli para biriktiren cimriler için kullanılan bir deyimdir. Bana göre son derece de mantıklıdır. Çıkı para kesesini çağrıştıran bir sözcüktür ve yanındaki kirliyle birlikte bir anlam bütünlüğü oluşturur. Oysa pişman etmek niyetine söylenen burnundan fitil fitil getirmek deyimi nasıl bir zekâ ürünüdür anlayamadım. Burundan çıkmış bir fitil= pişmanlık? Gözümün önüne getiremiyorum.


Daha büyük adımlar atarak çok yol alabilmek amacıyla söylenen ikaz içerikli bir deyimimiz vardır''Pergelleri açalım.'' Bu da yaşama geometrik gözlerle bakışa bir örnek, aklı başında bir deyim. Gelelim ''Sıtma görmemiş ses''e. Yani ses ile dişi sivrisineğin(anofel)in akıllara durgunluk veren ilişkisine. Kalın ve tok bir ses; ''Anofelle hiç işim olmaz'' diyor, dolayısı ile sıtma görmemiş oluyor.

Uzun lâfın kısası; yine anlam bütünlüğü olan deyimlerimizden. Ama ''Tavşan pisliği'' deyince bir durup düşünmek gerekiyor. Çünkü bu ihtisas isteyen deyimlerimizden. Hani, ne yararı ne de zararı olan insanlar için kullanılan bu benzetmedeki ürünün nasıl bir incelemeden geçtikten sonra bu deyimdeki yerini aldığını da merak etmek en doğal hakkımız.

Üzüm üzüm üzülmek, tam takır kuru bakır... ritmik, tekerleme kıvamında deyimlerimizden olup farklı bir grup oluşturuyor. Bugüne kadar ağladığını sızladığını duymadık üzümün.Yoksa, en çilekeş meyvamızdı da biz mi bilmiyoruz?

Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış. Haydi hep birlikte bir canlandırma yapalım, sarımsak kızımıza telli duvaklı bir gelinlik giydirelim. Tepesindeki perçemi çiçeklerle süsleyelim. Maşallah pek de yakıştı. Fakat kokusu...

Üzerinde durmak istediğim son deyimimizin Karadeniz kaynaklı olduğu inancındayım. :-)))
Tabanları yağlamak: Yani en hızlı kaçış. Varalım, bir bilene soralım;Yağlı tabanlarla artistik tabanaj mı, yoksa kontrolsüz patinaj mı yapılır acep?

Deyimleriniz bol olsun.

4 Haziran 2009 Perşembe

Son kurbanlarım

Bugün yazımın içeriği: Bir itiraf

21 Aralıktan bu yana yazdıklarımı şöyle bir gözden geçirerek bugüne kadar geldim. Birşey dikkatimi çekti ve beni rahatsız etti. Kendime ne kadar torpil geçmişim. Yazılarımı okuyan sizlerin gözünde herhalde ''sütten çıkmış ak kaşık'' gibiyim. Yooook, böyle bir haksızlığı kabul edemem. Ara sıra öbür yüzümü de göstermeliyim.

İsmimin ilk kez duyanlar tarafından yalan yanlış telafuz edilmesine, hele hele kırpılıp kısaltılmaya çalışılmasına asla izin vermedim, vermem de( aile bireyleri hariç). Öğretinceye kadar uğraşırım. Oğlak burcunun saf kan inatçılarındanım. Gençlik yıllarımda bu durum beni bunaltıyordu. Amaaa şimdi adeta zevk duyuyorum. Karşımda; okumayı yeni sökmüş, yakası kırmızı kurdeleli çocuklar gibi ismimi öğrenmeye çalışan insanlar, beni öyle bir eylendiriyor ki sormayın. Hece hece, tane tane harfleri birbirine çatıp Raa yee gââân demiyorlar mı? :)))))

Bugün, yine yollardaydım. E5 karayolunda minibüsümüz seyir halindeyken Yunus Polisler tarafından çevrildik. Son zamanlarda sıkça yaptıkları kimlik kontrollerinden birini gerçekleştirdiler. Toparladıkları kimlikleri alıp bir süre sonra geri getirdiler ve isim okuyarak geri vermeye başladılar: Ahmet ...., Mehmet...., Ayşe...., Fatma...., vb. hızlı hızlı okunan kimlikler sahiplerini buldu. Ve işte o an... Polisin kaşları bir çatıldı, gözleri bir açıldı. Ağzını açtı, lâkin ses çıkmıyor. Ben içimden ''Keh keh keh O benim işte'' dedim. Sadistçe bir duyguyla okumasını bekledim. Ama akıllı Türk Polisi harflerle uğraşmak yerine kimlikteki fotoğraftan yola çıkarak biraz da sinirlice kimliğimi elime tutuşturuverdi.

İşte, son kurbanlarım maalesef Yunus Polislerdi.

Sağlık ve huzur dileklerimle