Yarım kalmış bir yazımı tamamlamak üzere bilgisayarımın başına oturdum. O günü ve tüm duygularımı imlecim izin verirse aktarmaya çalışacağım.
Şükrü İnci'nin ölüm haberini aldığım O gün, bende ne kadar özel bir yeri olduğunu üzüntümün derecesinden anladım. Henüz Halil Karaduman'ın şokunu atlatamamışken, bu da nesiydi?
Her konserimizde taksimlerini zevkle dinlediğim, güler yüzlü, mütevazi ve görevini kendisine verilen süreyi aşmadan, hakkıyla yerine getiren bir kişi idi. Konser sonunda biz koristleri tek tek kutlaması; ''Çok iyiydiniz'' demesi ne büyük bir nezaketti.
Bütün bu duygular içinde, bilgisayarımın başına oturup bir şeyler yazmaya çabalarken,daha önce de yakındığım köhnemiş aletimin bana gösterdiği direnç, tüm duygusallığımı, hatta göz pınarlarıma birikmeye başlayan göz yaşlarımı bir anda öfke seline dönüştürdü. İmlece hakim olamamak... Tuşlara değil dokunmak, önce çekiç, daha sonra balta şiddetiyle vurmak bile yazımı tamamlamaya yetmedi.
Hayatımda ilk kez iki farklı duyguyu peşpeşe yaşadım. Üzüntü ve öfke. Bu arada rastgele vurduğum tuşlardan bir tanesi de geçici olarak yazımın yayınlanmasına neden oldu.
Son Nefes başlığını kullanma nedenim, ilk aklıma gelen merakımdı. Aceba son çaldığı, klarnetiyle söyleştiği son eser neydi?
Nur içinde yat Şükrü İnci.
Hiç yorum yok:
Yeni yorumlara izin verilmiyor.