25 Ocak 2011 Salı

Türkülerin dili



Erzurum yöresine ait çok sevdiğim bir türküden yola çıkarak bir yerlere geleceğim:


İlk kıtası şöyledir:

Mavi yelek, mor düğme,


Yine düştün gönlüme,


Her gönlüme düşende,


Kan damlar yüreğime.


*


Yandaki resimde görüldüğü üzre, mavi bir yeleğe normal şartlarda mavi düğme dikilir. Şu güzelim yeleğe Allahaşkına mor düğme yakışır mı? Eeee işin içine aşk, meşk durumları girince değil mor düğme, çay- kahve- yemek lekesi bile ilham olabiliyor demek ki insanoğluna . Üstelik bu sakil yelekli yar gönüle düşmeye görsün, kan damlatıyor yüreğe. Breh breh.

Allah kimseye; zevklerinden, değerlerinden hatta kendisinden vazgeçirtecek sevdalar vermesin. Yani Tanrı O'nu baştan yaratmasın. Bu ne kötü bir durum. Bir sabah uyanıp da aynaya baktığında farklı bir görüntüyle karşılaşmak; eskisinden güzel bile olsa aslından uzak. Bu tür güzelliklerin aldatıcı ve geçici olduğuna inandım her zaman. Uç uçabildiğin kadar, sonunda yorulup bir yere konacaksın ve kanat çırpamayacak hale geldiğin an tutunacağın dalın ne kadar sağlam olduğunu bilemeyeceksin.

Zaten türkünün bundan sonrası da ''Vay ben ne halt ettim'' gibisinden devam eder gider:

Ağam ben nasıl edim,

Saz getir fasıl edim,

Çok da güzel değilsen

Gönüldür nasıl edim.


Sağlık ve huzur dileklerimle

24 Ocak 2011 Pazartesi

Yaşama dair


Bugün duyduğum ve durup düşündüğüm, çok anlamlı bir söz:
*
YAŞAMA YILLAR KATMAYIN, YILLARA YAŞAM KATIN.
*
Kim söylemişse güzel söylemiş.

23 Ocak 2011 Pazar

Minibüs sevdam 4




Cana can katan minibüs maceralarım bir hayli birikse de elim varıp yazamadım. İnşallah bundan sonra yavaş yavaş kafamı toparlayıp sana anlatacağım Blog'cuğum. Senden başka ilgilenen olmayacağına adım gibi eminim. Analyticsee göre, son nefesini vermiş hastanın elektrosu gibi dümdüz bir çizgiden ibaret okurgillerim.



Minübüslerimiz; hani şu meşhur 77 milyon nüfusumuzun küçük bir kesiti. Her yaş ve sınıftan insanın samimi bir ortamda biryerlere ulaşmasını sağlayan kimi kırmızı kimi mavi berelilerimiz. Kuyruklar oluşturup beklediğimiz , binince kendimizi güvende hissettiğimiz(nedense?).Elden ele bir ahenkle paralarımızı uzatıp aynı ahenkle üstünü aldığımız 17-21-32 kişilik poliüretanlı haydi bineklerimiz.


Şöför kontak anahtarını çevirdiği andan itibaren başlayan cep telefonu çıkartma hareketliliği görülmeye değer. Sanki önce çıkarana bir ödül verecekler. Amanıñ, ne konular, ne derin muhabbetler, ne ocak söndüren dedikodular.... Hangisini dinleyeceğini şaşırıp kalıyor insan. Tabii bu toplu hareketin içinde tek eliyle direksiyonu çeviren kaptanı da unutmamalıyız. Yaşa, başa bakmaksızın %90 ından apaçi dansı müziği yükseliroldu son zamanlarda.


Asıl anlatmak istediğim konuya bir türlü yaklaşamadım. En iyisi pat diye içine girivereyim:
Cam kenarında oturmayı severim ve mutlaka az da olsa camı aralarım. Geçtiğimiz günlerden birinde yine aralık camdan yüzüme esen temiz havayla mest olmuş giderken, yanımda oturan hanımın rahatsız olduğunu söylemesi üzerine camı kapattım. Az gittik uz gittik, giderek kalabalıklaşan ortamda oksijen kıtlığı baş gösterdi ve ayaktaki yolcular camı açmamı istediler. Ben, yanımdaki hanımı işaret ederek talepleri O'na yönlendirdim. Beni aşan bir tartışma, hatta kavga başladı. Yanımdaki hanıma sonunda o klasik tavsiyede bulunuldu. ''Madem öyle taksiye bin.''


İçin için düşünmeye başladım. Bu durumda kim haklıydı? Hoş, ben azınlık da olsa yanımda oturan hanımdan yana tavır sergileyerek camı açmadım. Aslında her iki taraf da haklıydı. Hastanın halinden ancak hasta anlar derler. Diğer yanda, kaynama noktasına gelmiş, bunalmış insanlar.


Yaşamda bu tür başka örnekler yok mu? Her iki tarafın da haklı olduğu, ama kavga ve gürültüyle, hoşgörüsüzlükle neticelenemeyen neler neler yaşanıyor.


Onun için herkese sağlık ve huzur diliyorum.






17 Ocak 2011 Pazartesi

Kulis





Yaşam bir tiyatro sahnesidir

derler,

bazıları kuliste oynamayı

tercih ederler.

Rayegân Yaşar




14 Ocak 2011 Cuma

Yeni bir yıl, yeni bir yaş

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman
içinde Oğul'cuğum bana bir Blog açıvermiş. Gelin görün ki
ihmale uğrayan, bakımsız kalan bu güzelim bloga kâh bir süpürge ile temizlik yapmaya, kâh bir kutu lokumla gönül almaya gelmişim. Çok ayıp etmişim.

Sessiz sedasız yine, yeni bir yıl daha geliverdi. 2010 u hazmedemeden 2011 den yemeye başladık. ''Yeni Yıl Obezitesi'' diyorum ben. ''Diyetisyen'' dediğin buna çare bulur. Kibrit kutusu kadar peynir, altı bardak su... işe yarar mı bilmem.

Bu arada, yeni yıl sağı gösterirken, yeni yaş da solu çakıveriyor insanın gözüne . Hele bir de resimdeki çilekler kadar çoksa. Olsun! Deriz ya; önemli olan hissettiğimiz yaştır. O'nu hep genç ve diri tuttuğumuz sürece; otobüste bize yer veren olmaz. (Şaka şaka)

Yeni yıl inşallah tüm dünyaya barış, mutluluk ve huzur getirsin.

Yaşam her şeye rağmen güzel.