31 Temmuz 2009 Cuma

Tercih



Tek kuvöz iki cana yetmedi
Osman BEKLEYEN- Mehmet AYDIN/VAN, MUŞ, (DHA)
29 Temmuz 2009

MUŞ’ta sezaryenle 6.5 aylık olarak dünyaya gelen, ancak solunum yetmezliği olan kız bebekleri Ebrar ile Meryem’e, Van’da bulunan solunum cihazlı tek boş kuvöz yetmedi. İkizlerden Muş’ta kalan Meryem doğumdan 12 saat sonra ölürken, 2.5 saatlik bir ambulans yolculuğu ile Van’a götürülen Ebrar Apak, hayata tutundu.
---------------------------------
İnsanoğlu, yaşamının belli dönemlerinde önemli tercihler yapmak zorunda kalabilir. Okulunu, işini, eşini, evini... seçerken belki günler, belki aylarca düşünüp en iyi kararı verebilmenin sancısını yaşar. Fakat, tercih kelimesinin karşılığı cinayet olan böylesi bir olay, herhalde çok az kişinin başına gelir. Buna kader mi utanmalı? Hayır! Bu sonu hazırlayan, en sondan en baştakilere kadar uzanan bir dizi sorumsuz sorumlu utanmalı.
.
Bir anne, ya da baba düşünün; iki çocuğundan birinin ölüm kararını veriyor. Bunu hangi vicdan, hangi yürek kaldırabilir. Gece yatağa girdiği zaman nasıl rahat uyutabilir. İkiz bebek sahibi olmanın mutluluğunu yaşamak dururken, bir tanesinin idam sehpasına tekmeyi vurmak hangi ana-babanın içini sızlatmaz.
.
''Bu durum benim başıma gelseydi'' diye tüylerim diken diken olarak düşünmeye çabaladım. Düşünmek bile çok ağır geldi bana ve kesin kararımı kendi kendime açıkladım. Ben olsaydım''Ya hep ya hiç'' diyerek her iki çocuğumu da kaybetmeyi göze alırdım. Böylesi pis ve karanlık bir dünyaya ikisinin de yakışmayacağını düşünerek, yolculuklarına birlikte devam etmelerini sağlardım.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.
.

28 Temmuz 2009 Salı

İsim değişikliği


8 Temmuz tarihli ''Yeni misafirimiz'' başlıklı yazımda, ciğerimizi paralayan feryatlarına dayanamayarak evimize aldığımız mazlum kedicikten bahsetmiştim. Korkak, ürkek bir haldeydi geldiğinde. Diğer kedilerden kaçıp saklanmaya çalışıyordu ve bu sevimli konuğumuza Gar-Field ismini yakıştırmıştık.
Bugün artık bu ismin O'nun için yeterli olmadığı inancındayız. Sıkı durun! Yeni adı:
YEDİ BELA HÜSNÜ

Diğer kedilerimiz ve tüm aile bireyleri olarak bu küçücük şeytan çekicinden illahlah dedik. Müslüm Gürses konserinden çıkmış gibiyiz. Kollarımız, bacaklarımız kesikler içerisinde, elimizde kolonya şişeleriyle dolaşır hale geldik. Allah sonumuzu iyi etsin.

O'nun da kendince haklı nedenleri var elbette. Bir anne şefkatinden yoksun. Eline geçen herşeyi emmeye çalışıyor. Hayata 1-0 yenik başlamış. Kimbilir bizden önce ne zorluklar çekti. Sağ kalabilmek adına nasıl bir savaşın içindeydi. Biz bulduğumuzda, kaç günlük açlığın feryadıydı kısılmış incecik sesi. Artık O bir küçücük aslan, bir kabadayı. Kuyruğunu yandan yandan bukle gibi kıvırıp hareket halindeki herşeyin üzerine atlıyor. O bir YEDİ BELA HÜSNÜ. Herşeye rağmen yine de çok tatlı, çok sevimli.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

26 Temmuz 2009 Pazar

Deli


Hayır ''Deli'' değil, ''Akıl hastası'' diye şiddetle karşı çıkılır nedense. Bana kalırsa ikisi birbirinden farklı durumlar. Akıl hastalığı; doktor kontrolünde tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıkken, delilik az yada çok herkeste görülür. Bir görüş sorunudur ve kişiden kişiye değişir.Yani sözlüğümüzden bir kalemde silip atamayız deli sözcüğünü.
.
Şöyle bir düşünecek olursak; kimler kimlere deli der?
.
İlk aklıma geliveren; kış günü lâpa lâpa kar yağarken denize girenlere, birilerimiz kesinlikle deli der. Oysa kişi halinden memnundur.
.
Yaşlılar için gençlerin yaptığı birçok şey deliliktir. Paramparça kot pantolonlar giymek, kaşlarına, burunlarına, dillerine piercing taktırmak, kollarına vücutlarına dövmeler kazıtmak,... delilik değildir de nedir? Dış kulak çeperine dipdibe taktırdıkları sınırsız sayıdaki küpelerde gelinecek son noktayı, gelin de merak etmeyin. Ah bir orta kulak zarını aşmayı başarabilseler, çekiç-örs-üzengi kemiklerini ışıl ışıl donatacaklar.Deli deli tepeli kulakları küpeli.Bu arada yaşlılar da şööyle bir gençliklerine uzanıp, yaptıkları delilikleri mutlaka anımsamalı. Bu da yaşamın değişmez kuralı.
.
Bir de deli-dolularımız vardır. Dolunun, deliliği hafifletmek amacı ile peşine eklendiği, sıkça kullandığımız bir deyimimizin tanımladığı insan tipi. Onların en büyük özelliği, hayatı hafife almalarıdır. Bu nedenle, arkadaş toplantılarının en renkli ve imrenilen yüzleridir. Bir söyler beş gülerler.Sözlerine, davranışlarına fazla özen göstermedikleri için bazılarına şirin, bazılarına da kırıcı gelebilirler.
.
Delişmenlerin hatırı kalmasın. Azıcık da onlardan söz edelim. Bunlar deli-doluların bir gömlek daha hafifi olup zıpır diye de adlandırılırlar. Sadece hayatı değil, kendilerini de hafife alarak akla gelmeyecek çılgınlıklar yaparlar. Televizyon haber programlarında görülme olasılıkları büyüktür. 90 yaşında, bir vinçin tepesinden kendisini boşluğa bırakarak bungee jumping yapan birisi için en uygun sıfattır delişmenlik.
.
Elbette, hep aklı başında olmak yorar insanı ve ruhsal dengeyi korumak için kesinlikle birazıcık deli olmalı. :-))))
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Uyarı


Sevgili İzleyicilerim,

Siteme ulaşmak için blog adresimi yazmanız yeterli. Dolaylı yolları lütfen tercih etmeyin. Google'dan yapacağınız araştırma sizi de, en az benim kadar şaşırtabilir. Hiç bilgim ve ilgim olmayan tuhaf sitelerde bulabilirsiniz kendinizi. Bu da internetin bir azizliği olsa gerek.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

17 Temmuz 2009 Cuma

Musıkî ve nota



1970 yılına ait bir dergi elimde. Adı ''Musıkî ve Nota.'' Eğitici aylık Musıki-Radyo ve San'at Mecmuası. Yöneten:Avni Anıl. Rahmetle andığımız büyük bir besteci. Dergi kapağının en altında önemli bir de mesajı var. ''Musıkîmizi sevelim, sevdirelim.
.
Avni Anıl'ı önce besteleriyle anımsayalım:
*Dil şad olacak diye kaç yıl avuttu felek
*Gün be gün yaşanan o hatırayı
*Rüya gibi uçan yıllar
*Sevmiyorum seni artık gözlerimi geri ver
*Sen körfeze geldiğin zaman yıldızlar güler
*Bir kerre bakanlar unutur derdi günahı
*Mihrabım diyerek sana yüz vurdum.
..........sadece birkaç tanesi.
.
Türk musıkîsine eserleriyle katkı sağlayan bu büyük bestekar, aynı zamanda öz müziğimizin koruyucusu ve savunucusu olmuş. Türkiye Radyolarına adeta savaş açarak, bestecilerin telif hakları konusunu ciddi bir biçimde ele almış. TRTye çektiği protesto ile; 1 Eylül 1970 tarihinden itibaren en az 400 şarkıyı geri çekeceklerini, bu sayının yakın bir zamanda 4000 i aşacağını sert bir üslupta belirtmiş. Üç büyük radyodan(İstanbul, Ankara, İzmir) müzik yayınlarının başına, tam yetkili bir kişinin getirilmesini şart koşmuş. Türk Musıkîsinin yayın saatlerinin daha uygun ve uzun süreli olmasını, yeni seslere ve bestecilere yer verilmesini adeta dayatmış.
.
Elbette bu mücadeleye; Münir Nureddin Selçuk, Emin Ongan, Selahaddin İnal, Yorgo Bacanos, Erol Sayan, Amir Ateş, Yesari Asım Arsoy... gibi değerli sanatçılarımız da seve seve katılıp güç birliği oluşturmuşlar. El birliğiyle bir başarıya imza atmışlar.
.
Bugüne gelirsek, durum içler acısı. Türk Sanat Musıkîsi resmen can çekişiyor, son nefesini vermek üzere.Elimize çayımızı, kahvemizi alıp TV kumandamızın herhangi bir tuşuna basarak TSM izleme olasılığımız yok gibi birşey. Olanlar da insanlardan çok yarasalar için. Gecenin ilerleyen saatlerinde.
.
Avni Anıl ve sanatçı dostlarının dayanışmasının benzerini keşke bugün de görebilsek. Her kanal haftanın belli günleri geçmişten günümüze TSM ziyafeti çekse ve varlığından haberdar olamadığımız onca güzel ses ziyan olup gitmese. Eminim, bir yerlerde Hamiyet Yüceses'e, Safiye Ayla'ya .... eş değerde hoş sedalar var. Fakat, dinleme zevkine varamadan yok olup gidecekler. Kültürüne sahip çıkamayan ülkelerin acı kaderi bizi de bekliyor. Ben müzik, siz resim, heykel... vb diyin.
.
Oysa ki, günümüzde de değerli sanatçılarımız, bestekârlarımız var. Ama nedense hepsinin üzerine ölü toprağı serpilmiş. Ortak görüşlerini, sorunlarını paylaşacak ne bir dergileri, ne de bir internet siteleri var. Sadece birilerinin uzattığı mikrofona şikâyet ve sitem etmeyi biliyorlar. Her konuda olduğu gibi, birilerinin onlar için birşeyler yapmasını bekliyorlar.Hiç değilse RTÜK bir çok konuda olduğu gibi TV kanallarına yaptırım gücünü kullanabilse. Tabii istese.

Ben henüz umudumu yitirmedim.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

Resim: http://www.images.google.com/ sitesinden alınmıştır.

14 Temmuz 2009 Salı

Son akşam yemeği


İYİNİN DE KÖTÜNÜN DE YÜZÜ

Leonardo Da Vinci ''Son Akşam Yemeği'' tablosunu yapmaya karar verdiğinde, iyi ve kötü kavramlarını aynı tablo üzerinde nasıl göstereceği sorunuyla karşılaşmıştı. Çünkü tablonun hem etkili hem kolay algılanabilir olmasını istiyordu. Kısa bir değerlendirmeden sonra iyi için İsa'yı, kötü için ise Yahuda'yı simge olarak kullanmaya karar verdi.Böylece mesajını daha canlı ve insan belleğinde daha derin iz bırakacak biçimde iletmiş olacağına kendini inandırdı.
.
Kötülüğün simgesi olarak Yahuda'yı seçmesinin bir nedeni vardı elbette; çünkü Yahuda son akşam yemeğinde İsa'ya ihanet etmeye karar veren ve İsa'nın 12 yakın havarisinden(takipçisinden) biriydi.
.
Leonardo aradığı modeli bulmak için pazar yerlerini, meydanları dolaşıyor, konserlere gidiyordu.Zaman akıp gidiyordu. ''Son Akşam Yemeği'' üzerine çalışmaya başlamasının üzerinden üç yıl geçmişti. Tablo neredeyse tamamlanmak üzereydi; ancak Leonardo, Yahuda için kullanacağı modeli bir türlü bulamıyordu. Öte yandan çalıştığı kilisenin kardinali, tabloyu bir an önce bitirmesi için kendisini sıkıştırıyordu.
.
Bir gün, kaldırım kenarına yığılıp kalmış bir adama rastladı. Adam erken yaşlanmış, paçavralar içinde, kendinden geçmiş sarhoş bir durumdaydı. Hemen yardımcılarını çağırdı ve güç bela adamı kiliseye taşıdılar.
.
Zar zor ayakta duran adam neden kiliseye getirildiğini anlayamamıştı bile. Ancak kendisinin sokaktan kaldırılıp buraya taşınmasını isteyen kişiyle karşı karşıya olduğunun ayırdındaydı. Kim olduğunu bilmediği bu gür sakallı adamın sıksık kendisine baktığını ve önündeki dört köşe bez parçasına bir şeyler çiziktirdiğini de görebiliyordu.Zavallı adam başına neler geldiğini anlamamıştı. Paçavralar içinde yarı sarhoş, yarı şaşkın durumda beklerken Leonardo onun yüzündeki inançsızlığı, suçluluk duygusunu, bencilliği, tabloya geçiriyordu. Titizlikle işini bitirmeye çalışırken sarhoş adam kendine gelmeye, etrafında olan biteni anlamaya çalışıyordu.
.
Ayılan model Leonardo'nun yapmış olduğu tabloya baktıkça farklı duyguları birarada yaşamaya başlamıştı. Bir yandan şaşırıyor, bir yandan da hüzünleniyordu.Gözleri sulanıyordu. Resmin buğulu görüntüsü ve büyüleyici gücü karşısında derinden etkileniyordu. Çünkü bu tabloyu daha önce görmüştü. Hüzün dolu bakışlarını büyük ressamın gözlerine çevirerek ''Ben bu resmi daha önce gördüm'' dedi. Leonardo şaşırmıştı.''Ne zaman, nerede?'' diye sordu.
.
Adam anında yanıt verdi:'' Üç yıl önce '' dedi.
.
Geçmiş yaşamının tatlı anıları bilincinde giderek daha açık bir biçimde canlanıyordu:''Elimde avucumda olanı daha kaybetmemiştim''dedi. ''O zamanlar bir koroda şarkı söylüyordum.Ben ayırdında değildim; ama bir ressamın dikkatini çekmiştim.İşte o ressam sonra bana gelip bir resim yaptığını ve ''İsa'nın yüzünü çizmek'' istediğini söylemişti. Kendisine model olmam için beni atölyesine davet etmişti'' dedi.
.
Sonunda boğuk bir ses tonuyla sürdürdü sözlerini:''ŞİMDİ ANLIYORUM Kİ İYİNİN DE, KÖTÜNÜN DE YÜZÜ AYNIYMIŞ; HERŞEY İYİNİN VE KÖTÜNÜN İNSANIN YOLUNA NE ZAMAN ÇIKTIKLARINA BAĞLIYMIŞ MEĞER...''
.
Yazı Bütün Dünya dergisinden alıntıdır.
.
*Yollarımıza hep iyiliklerinin çıkması dileğiyle*

12 Temmuz 2009 Pazar

Su


Kışın içmeyi ihmal etsek de sıcak yaz günleri vazgeçilmezlerimizden biridir su. Yollarda, sokaklarda, ellerindeki pet şişelerden su içen insanları sıklıkla görürüz. Allah kimseyi susuz bırakmasın. Açlığa dayanırız da susuzluğa asla.
.
Ben de herkes gibi su ihtiyacımı değişik markalardan oluşan sularla gideriyorum, doğal olarak. Fakat, etiket fiyatları farklı olmasına karşın kasada aynı ücreti ödemek zorunda kaldığım bu ürünler, bende her nedense değişik bir rahatsızlık yaratıyor. Örneklersem daha iyi anlatabilirim:
.
Farklı büyük marketlerde yaşıyorum bu rahatsızlığı. Rafa yaklaşıyorum. Yanyana dizilmiş değişik üç marka su. Birisi -.47 TL, yanındaki -.48 TL, onun da yanındaki -.50TL. Ancak, kasaya gittiğim zaman ödediğim bedel -.50 TL. (50 kuruş)
.
Elbette hiçbiriniz benim iki, üç kuruş için ağıtlar yakan bir insan olduğumu zannetmiyorsunuzdur. Benimkisi aldatılmışlık duygusuyla karışık bir cins takıntı. Ülkede, ''1 kuruş'' tedavülden kaldırılmış ve cebimdeki paralarla etiket bedelini ödeyemiyorsam o etikete ancak acı acı gülüyorum.
.
Bu konudaki hassasiyetimin cimrilikle ilişkilendirilmeyeceğini düşünerek ve konuyu daha fazla sulandırmadan hepinize sağlık ve huzur diliyorum.
.
Fotoğraf:haberaktuel.com dan alınmıştır.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yeni misafirimiz


Şu güzelliğe bakar mısınız? Kocaman kulakları, palet gibi elleri ve her an oynamaya hazır afacan yüz ifadesine ne dersiniz?
.
Henüz, annelerinin peşine takılıp giden Romus- Romulus kardeşleri bir yuvaya kavuşturamamanın üzüntüsünü yaşarken, bahçemizden yükselen bu afacanın çığlıklarına kulak vermememiz imkânsızdı. Korunmaya çalıştığı su oluğunda korkudan büyümüş gözleriyle ''İmdat'' diye bağırıyordu adeta. O henüz bir ana kuzusuydu ve yalnızdı.
.
Çevremize biraz dikkatlice bakarsak onun gibi yüzlercesiyle karşılaşırız. Görüp de görmezden gelirsek herhalde insanlık suçu işlemiş oluruz. Karınlarını doyurup azıcık başlarını okşamak çok da zor olmasa gerek. Ne olur bu konuda biraz duyarlı olalım. Sokağımıza koyacağımız bir kap su ile şu sıcak yaz günlerinde yaşamlarını hiç değilse birazcık kolaylaştıralım. Susuzluğun ne olduğunu bir an için hissetmek yeterli sanırım.
.
Gelelim bizim ufaklığa. O'na şimdilik Gar diyoruz. Biraz daha büyüsün Garfield'e tamamlayacağız ismini. Herşeye rağmen O yine de şanslı bir kedi ve evimizin neş'esi.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.