31 Mayıs 2009 Pazar

Beşiktaşlıyım


NE MUTLU BANA

BEŞİKTAŞ MARŞI

Kartalın sevgisi işlemiş kanına
Bir can, soluk gibisin taraftarına
En iyi gününde hem, en zor anında
Unutma taraftarın senin yanında

Beşiktaş Beşiktaş Kartal Beşiktaş
Beşiktaş Beşiktaş Büyük Beşiktaş

Yensen de yenilsen de yok coşkuda son
Her zaman, her yerde sen on numara on

. . .

Refah Torlak

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Şevki Bey


Bugünlerde Şevki Bey'le yatıp, Şevki Bey'le kalkıyorum. Türk Sanat Musıkisi seven dostlarım beni çok iyi anlamıştır. Sevmeyen, ilgilenmeyen dostlarım ise ''AAAAA ne ayıp, insan özel yaşamını bu kadar gözler önüne sermez ki.'' deyip beni ayıplamıştır.
.
Kim ne derse desin seviyorum Şevki Bey'i. Bestelerini söyledikçe söyleyesim, çaldıkça çalasım geliyor. Nur içinde yatsın. Otuzbir yıllık ömrüne bini aşkın eseri nasıl sığdırabildiğini de anlamış değilim. Keşke daha uzun yaşasaydı, daha çok eser bırakabilseydi.
.
Gönül telimizi titreten Şevki Bey ve ... gibi bestekârlarımızın ortak özelliği; aşkı meslek edinmiş olmaları bence. Sanki, herkes işine gücüne giderken onlar aşkı aramaya çıkmışlar.Yürekleri hep aşk diye çarpmış, gözleri hep bir güzel aramış. Bulunca da, notaları ustalıkla yan yana dizip en akıcı, en doyurucu nağmeler haline getirmişler. Ama ne yazık ki hüsrana uğradıkları sevdaları yüzünden kadehlere sarılıp, hüzünlerini içkide eritmeye çalışmışlar. ''Mey içerken düştü aksin camıma'' Şevki Bey'den güzel bir örnektir. Aşağıda diğer eserlerinden birkaçını hatırlatma amacı ile yazdım. Dinlemenizi öneririm.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.
.
Dil yaresini andıracak yare bulunmaz
Kış geldi firâk açmadadır sinede yâre
Ülfet etsem Yâr ile ağyâre ne
Hastasın zannım, vefâ mahzûnusun
Hicrân oku sinem deler
Kimseler gelmez senin feryâd–ı ateş-bârına...

21 Mayıs 2009 Perşembe

Minibüs sevdam 1

Ne derseniz deyin seviyorum minibüsü. Beni gülümseten anılarımda çok büyük yeri var. Daha bugün bir yenisini ekledim:

Yine yollardaydım. Giderken otobüs, dönerken minibüsü tercih ettiğim ortalama birer saat süren düzenli yolculuklarımdan birini daha gerçekleştirdim. Dönüş yolunda bindiğim minibüsün şöförünün pardon kaptanının (bundan çok hoşlanıyorlar), elindeki telefona lâf, yolculara para üstü yetiştirerek en keskin manevraları gerçekleştirmesini yine hayretler içinde izledim. Hani biraz daha gayret etseler ayaklarıyla da halka çevirecekler.

Neyse, bir süre E5 karayolunda ilerledik. Sıcakkanlı yolcuların sıcak nefeslerinden bunalan kaptan, bir süre kapıları kapatmadan yola devam etti. Fakat o da ne? Gaipten gelircesine bir ses'' Minibüs, kapılarını kapat''. Görünmez bir polis otosu tarafından, ekolu bir mikrofonun ardındaki polisin yaptığı bu uyarı karşısında, kaptanımız başını kesik kesik sağa sola çevirerek sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Sonra da çocuk gibi şirin şirin gülmeye başladı.

Az gittik, uz gittik, bu kez uzakta; gözle görülebilen bir polis otosu bizim kaptanı yine telaşlandırdı. Ayaktaki yolculara ''Polisleri geçinceye kadar azıcık koltuklara sıkışın'' talimatı verdi. Bunun üzerine, benim de oturduğum iki kişilik koltuğa iki hanım kendilerini atıverdi. Birini kucağımıza, birini yanımıza sığıştırdık. Beylerin bazıları Adıyaman halk oyunları ekibi gibi yerlere çömeldi, bir iki tanesi camlara yapıştı. Manzara müthişti. Böyle bir mozaik nerede görülmüş Allahaşkına. Yurdum insanı her koşula uyar.

Önümüzdeki günlerde yol anılarımdan kesitler sunmaya devam edeceğim. Umarım beğenirsiniz.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

İyi ki

Güzeller güzeli bir kız çocuğu. Masmavi pırıl pırıl gözleri ile yükseklerde bir yeri işaret ediyor sanki. İşte, bir gün kendisine yaraşacak yer orası. Bu fotoğraf beni çok etkiledi.



O, kolay yolu seçmedi. Güzelliğinden yararlanıp, günümüz çocukları gibi bir film yıldızı veya pop star olma hayaliyle yatıp kalkmadı. Ben yerine biz demeyi bildi. Şifa dağıttığı cüzzamlı hastalara, topluma kazandırdığı genç kızlara sarıldığı kadar sıkı sıkı sarıldı. Onun hayalleri değil idealleri vardı. Hiç bir çıkar gözetmeden ülkesinin geleceği ve insanları için harcadı yaşamını.



Son yolculuğuna binlerce vatandaş ellerinde çiçekleri, ağızlarında sloganları ve duaları ile uğurladı O'nu. Şimdi aynaya bakma zamanı. Bu olağanüstü insanla karşılaştırınca; kendimi böcek gibi hissediyorum.



İyi ki yolun Türkiye'den geçti Türkan Saylan

17 Mayıs 2009 Pazar

Hıfzıssıhha


Esas yazılışı hıfz-ı sıhha olan başlık yazımın, tıbbın bir dalı olduğunu biliyor muydunuz? Hıfz koruma sıhha sıhhat anlamı taşıyor ve ikisi bir araya gelerek sıhhatimizi koruma amaçlı araştırmalar yapıyor. Günümüzde oldukça geçerli bir dal. Bugünkü söylemiyle bakteriyoloji.
.
Durup dururken nerden geldi aklıma hıfzıssıha derseniz, ben de hemen uygun yanıtımı veriveririm. Çünkü ülkemizde ilk hıfzıssıhha enstitüsü tam da seksenbir yıl önce bugün kurulmuş. Çocukluğumdan beri hep duyardım da bir anlam veremezdim bu garip sözcüğe. Daha doğrusu öyleyse öyledir diye hiç araştırma gereği duymamıştım; yaptığı işi bilmeme karşın.
.
Ben yine de ısrarla kelimeye takılıp kaldım. Osmanlı döneminde yani 1840 lı yıllarda , Tıp Fakültesine Mekteb-i Tıbbiye dendiği zamanlarda branşlar; dahiliye, nisaiye, bevliye... gibi isimlerle anılırmış herhalde. Oysa günümüzde artık bu bölümler hepimizin anlayabileceği gibi Türkçe karşılıklarını buldu. Tıpta okuyan çocuğu için ''Kızım hıfzıssıhha bölümünü seçti'' diyen duydunuz mu? Onun da diğerleri gibi bir Türkçe karşılığı var: Bakteriyoloji. Peki adı geçen enstitüler sizce niye halâ bu birleşik Arapça isimle anılmayı sürdürüyorlar. Bu kelimeyi sokaktaki vatandaşa sorsak herhalde yanıtlarıyla güldürü programı yapılır.

Asoşeytıtpres ajansı gibi Hıfzıssıhha enstitüsü.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Şarzzzzz

.
Her duyduğumda tüylerimi diken diken eden bir sözcükle başladım yazıma. Aman sakın ''Ne var ki şarz demekte?'' diyerek, sizler de bu yanlışlık kervanına katılmayın.
.
Cep telefonu ile birlikte yaşantımıza hızla giren bu Fransızca kökenli charge (şarj) sözcüğünün yükleme anlamına geldiğini biliyoruz. Peki, şarz ne anlama geliyor, bilen var mı? Hani dili dönmediği için söyleyemiyorlar da diyemeyiz. Allahaşkına iki kelimeyi ard arda söyleyin, hangisi daha kolay. Şarj mı, şarz mı? Esas şarz derken insanın dili ağzının içinde eziyet çekiyor. Adeta portakal reçeli gibi kıvrım kıvrım oluyor.
.
Beni hayretten hayrete düşüren, bu yanlışı daha çok gençlerin yapması. Çoğu üniversite öğrencisi. Orta öğrenimleri sırasında fizik dersi görmüş ve bu kelimeyi kimbilir kaç kez tekrarlamış, yazmış, çizmiş genç bir nesilin şarz demesini kabul edemiyorum.
.
Belki de diyorum birileri, güldürü amaçlı yaptı bu değişikliği; şemsiyeye şemşiye der gibi. Şaka gibi bir şey. Buna inanmak istiyorum. Ama, kelimeler üzerinde yapılan bu tür oynamaların zaman içinde insanlar tarafından ciddi ciddi kabul görüp benimsendiğini de biliyorum. Yağmurda şemşiyesini açanlar, cep telefonlarını şarz etmeyi de ihmal etmeyeceklerdir.
.
Sağlık ve huzur dileklerimle

10 Mayıs 2009 Pazar

Anneler günü


Amerika'da 1908 yılında Anna Jarvis isimli bir hanım kişinin, annesini kaybettikten sonra önce kendi çapında, daha sonra kongrenin onayı ile ülkesinde bu gün kutlanmaya başlanmış. Bu kadarla da kalmamış, domuz gribi gibi tüm dünyaya yayılmış.
.
Bana öyle geliyor ki Anna Jarvis annesine; yaşadığı sürece hak ettiği sevgiyi, ilgiyi gösterememiş, yani açıkçası hayırlı bir evlât olamamış. Gecikmiş bir vicdan hesaplaşması günüdür belki de O'nun için bu gün. Keşke ve anne sözcüklerini yanyana getirip getirip yandığı gündür. Belki de tam tersi.
.
Her nedense benim bu kutlanan günlerle bir zorum var. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü... Bana çok yapay geliyor. Ayrıca, ''biri yer biri bakar'' durumu hiç hoşuma gitmiyor. Küçük yaşta annesini, babasını kaybetmiş çocuklar için ne büyük ızdıraptır bu günler. Üstelik tek bir günle de kalmıyor. Haftalar öncesinden vitrinler süsleniyor, sarmaş-dolaş anne çocuk reklamları sanki bu küçücük yüreklere nispet yapıyor ''Senin annen vaar mı?'' der gibi. Bu işkence değil de ne?
.
Nedense bu tür antikalıklar hep Amerika'nın başının altından çıkmış. 1900 lü yılların başında habire gün icad etmişler. Kabul günü de onların buluşu mu bilemeyeceğim ama önümüzdeki ay içinde babalar günü kutlanacak. Binlerce şehidimizin minicik yavruları çiçekleriyle kabristanları dolduracak.
.
İçinde ana, baba ... sevgisi taşıyan bir çocuk, bunu göstermek için arkasından iteklenmemeli. Sevgi, saygı; cıcılı bıcılı bir kâğıda sarılıp kurdelelerle süslenmiş bir paket değildir. Bunu sadece bir gün göstermek de yetmez.
.
Sevenleriniz bol olsun.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Kuşku


Kuşku; insanı rahatsız eden bir duygu, sinir bozucu bir belirsizlik hali. Zaman zaman hepimiz yaşarız bunu. Konu olarak seçmemin nedeni, tam da bugün bu duyguyu yaşıyor olmam.

19 Nisan tarihli yazımın ( Ayna,terazi) ayna ile ilgili bölümü, bugün izlediğim ''Avrupa Yakası'' dizisinin bir bölüm senaryosuydu. Bir butikte geçiyordu ve benim anlattığım şekilde canlandırıldı.

Sıradan, güncel bir olay olsa kuşkulanmayacağım. Konu, yani butiklerde kullanılan hileli aynaların yeni birşey olmadığını zaten biliyoruz. O halde, benim yazımın hemen ardından senaryolaştırılması bir tesadüf müdür?

Yoksa, yeni konu bulmakta sıkıntı çeken senaristler bloglardan sorgusuz sualsiz malzeme mi çalmaya başladılar. Öyle ya bedelsiz ve zahmetsiz kaynak kimin işine gelmez. Yine de şimdilik bunu sadece bir kuşku olarak bir köşeye yazayım. Gülse Bilse'ye olan sevgimi yitirmek istemiyorum.

Sağlık ve huzur dileklerimle




2 Mayıs 2009 Cumartesi

Ağaç olmak


Bugün, meyva veren bir ağaç gibi hissetmek istedim kendimi. Söylemek istediklerine, anladığım kadarıyla tercüman olmak geldi içimden:

Her yıl yeniden doğmak ne güzel. Taze capcanlı yapraklarım her geçen gün çoğalırken, bir yandan da gökyüzüne doğru uzamaya devam ediyorum. Önceleri en hafif rüzgârda bile sağa sola kolaylıkla eğilen bükülen dallarım, giderek güçleniyor.

Köklerimi salıverdim toprağın derinliklerine. Komşu ağaçların kökleriyle sarmaş dolaş oldum. Her yıl buluşan yazlıkçılar gibiyiz. Bu yıl hangimiz daha çok ürün veririz bilemiyorum. Kuşkusuz her yıl olduğu gibi bir yarışma düzenleriz. İnşallah ben kazanırım.
.
Gövdemde minik dostlarım telaşla dolaşıyor. Bir toprağa inip, bir kovuklarıma gizlenip adeta evcilik oynuyorlar. Heyecanla bekliyorum; güzel sesli bir kuşun yavrularına yuva olacağım günü. Kanatlanıp uçuncaya kadar her türlü düşmandan sakınıp koruyacağım onları.
.
Yine, sıcaktan bunalan insanları gölgemde serinletmek isterim. Cıvıl cıvıl çocukları, romantik aşıkları, yorgun yaşlıları konuk etmeye bayılırım. Hatta çaktırmadan, meyvalarımın olmuşlarından atıveririm önlerine bir kaç tane. Eeee, konuğa ikram gerekir. Ama bazıları bunu hiç hak etmiyor. Gölgemde tartışan iki saygısızdan biri ''Beni o gün niye ağaç ettin'' diye diğerine bağırıyordu. Ağaç olmak kötü birşey midir?O an bir çam ağacı olmayı çok istedim. Bütün kozalaklarımı başlarına fırlatmak için. Hatırladıkça sinirleniyorum.
.
Bakmayın sessiz oluşuma, aldığınız nefes benim nefesimdir.Ben bir canlıyım. Duygularım, sezgilerim var. Terörün ne olduğunu sizin kadar ben de bilirim. Ben de binlerce yakınımı teröre kurban verdim. Bizi kesenleri, ateşe verenleri lanetliyorum. Her canlı gibi, korkusuzca uyumak istiyorum.
.
Ben meyva veren bir ağacım.