23 Şubat 2009 Pazartesi

Erkek gibi kadın


Öyle sözlerimiz var ki, biz kadınları incitmek için söylenmiş sanki. İtiraz edince de adımız ''Feminist''e çıkıyor. Başlığı lütfen bir kez daha okur musun?

Bu cümle; güzel nitelikleri bünyesinde barındıran hem cinslerim için söyleniyor. Yani ''Erkek'' olmak; başlıbaşına üstünlük anlamı taşıyor bu durumda. Oysa, dünyada ve ülkemizde yaşanan, çoğu olumsuzlukların altında imzası olan erkeklere bu kadar büyük paye verilmesi doğru mu sizce.

Merak ediyorum; bu söz sadece ülkemizde mi kullanılıyor? Ya da başka hangi ülkelerde; doğum anında başlayan böyle bir üstünlük söz konusu. Bu söylem bazan dürüst, bazan özü sözü bir, bazan güçlü kuvvetli anlamında dile getiriliyor. Oysa ki benzetmeler, değişkenlik göstermeyen nesnelerle yapılabilir. ''Demir gibi güçlü, çelik gibi yüreği ...... vb. Ama ''Erkek gibi'' deyince bizler de şaşırıp kalıyoruz. Hangi erkek? Televizyon haber programları bu tezi çürüten bir sürü örnekten geçilmiyor.

Siz hanım arkadaşlarım, lütfen bu sözü kendinizce değerlendirip, gereğini yapın. Aslında kadın, erkek ayırımı yapmadan olmamız gereken bir tek gibi var:

İNSAN GİBİ İNSAN OLMAK

20 Şubat 2009 Cuma

Murphy Yasaları


Yanlış Gitme Olasılığı Bulunan Bir Şey, Yanlış Gider mantığı ile Captain Ed Murphy tarafından 1949 yılında oluşturulmuş Murphy Yasaları. Zamanla birçok kişinin ekleme yaptığı bu yasaya bakalım sizler neler ekleyebileceksiniz. Benimkileri aşağıda okuyacaksınız.

Murphy Yasaları:
*Altın kuralı''Altını olan yasayı koyar'' (Yalan da değil.)
*Tabiat ana her zaman hatanın yanındadır.
*Çözülen her problem yeni problemler yaratır.
*Aptalların bile yapamayacağı şey yoktur, çünkü onlar da kendi çapında birer dahidir.
*Tek boynuzlu gergedanla birdir bir oynanmaz.
*Düşürdüğün ekmeğin yağlı yüzünün halıya gelme olasılığı, halının fiyatıyla doğru orantılıdır.
*Tünelin ucunda görülen ışık üzerinize gelen trenin farı olabilir.
*Otomobil onarırken düşürdüğünüz alet, her zaman aracın en ulaşılmaz yerine kaçar.
*Bozuk bir aygıt tamire gittiğinde çalışır.
*Yarışta her zaman hızlı ve savaşta güçlü olan kazanmaz, ama sen yine onların tarafını tut.
*Bir şeyin yanlış gitme olasılığı varsa, yanlış gider.
*Kestirme, iki nokta arasındaki en uzun yoldur.
*Herşey yolunda gidiyor gibi görünüyorsa, senin dünyadan haberin yoktur.
*Dostlar gelip gider, düşmanlar birikir.
*Kendini iyi duyumsuyorsan, meraklanma geçer.
*Elindeki kuşa, başının üzerindekinden daha çok güven.
*Bir işi tam yapmak için zaman bulunmaz, ama düzeltmek için her zaman zaman vardır.
*Çok üstüne düşme, bozarsın.
*Öyle bir sistem getir ki, budala bile kullansın. O zaman da onu yalnızca bir budala kullanır.
*Herkesin zengin olmak için yürümeyen bir planı vardır.
*Hiçbir iyilik cezasız kalmaz.
*Borç alabilmek için önce ona gereksinimin olmadığını kanıtlaman gerekir.

Bunlar da benimkiler:
*En çok, korunduğum zaman hasta olurum.
*Yıllarca saklayıp da nihayet attığım belgeler,aniden gerekir.
*''Modası geçti'' düşüncesiyle dağıttığım giysilerin modası geri gelir.
*Misafire yaptığım pilav her zamankinden lâpa olur.
*Yanıma şemsiye almadığım zaman yağmur yağar.
*Evin camlarını sildiğim gün mutlaka yağmur yağar.
*.......v.b
Aklıma geliverenler bunlar.

Murphy felsefesi: Gülümse, yarın daha kötü olacak.

Yarınlarımızın güzel olması dileğiyle.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Zaman


Basit insan zamanı nasıl öldüreceğini, değerli insan ise nasıl kazanacağını düşünür. SCHOPENHAUER

Nedense, söylenecek sözü olan değerli insanların ağzından çıkan sözlere çok önem veririm. Bir cümle o kadar çok şey anlatır ki şaşırıp kalırsınız. İşte; zaman konusunda oldukça düşündürücü bir söz.

Hani deriz ya ''Yaşam bir sınavdır'' diye. O halde; bir sınavda süreyi ne kadar dikkatli kullanıyorsak, yaşamda da aynı özeni göstermemiz gerekir. Sınavın sonunda yanıtlanmamış sorumuz kalmamalı. Kâğıdımızı teslim ederken, alacağımıza inandığımız iyi notun mutluluğunu yaşamalıyız.

Zamanımızı nasıl değerlendirdiğimizi sorgulamamız açısından yararlı olacak Bütün Dünya dergisinden aktaracağım bir alıntıyla yazımı bitirmek istiyorum:

Bu sabah acelem yoktu. Otobüsten indikten sonra yavaş yavaş yürürken aynı otobüsten inen ve önümde yürüyen üç adamın davranışları dikkatimi çekti. En öndeki, sanki arkasından biri kovalıyormuş gibi hızlı adımlarla yürüyordu. Arkasından gideni bir hayli geride bırakmıştı. Kendi kendime,''Bu adam kesinlikle yaşamda başarılı olacaktır''diye düşündüm. Onun arkasından giden, sakin adımlarla ilerliyordu.''Belki, bu adam da yaşamda bir şeyler başarabilir'' diye mırıldandım.

En arkadan gelen adam, sanki hiçbir amacı yokmuş gibi sağına soluna bakınıyor, sallana sallana yürüyordu. Onun için ise şunu düşündüm:''İşte yaşamda hiçbir işe yaramayacak bir serseri.''

Tam o an, bir gerçeğin ayırdına vardım:Ben, bu adamların üçünün de gerisindeydim ve... Hiçbir şey yapmıyor, yalnızca onları seyrediyordum.

En arkadaki seyirci olmamanız dileğiyle.

Gazanfer Baba'yı kaybettik

Elli yılı aşan sanat yaşamında, seyircisini hiç hayal kırıklığına uğratmamış dev bir sanatçıyı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Bazı insanlara gerçekten ölüm hiç yakışmıyor.

Yıllar önce ''Kuruntu Ailesi'' dizisinde, kuruntulu bir baba olarak izlemiştik O'nu.. Canımızı sıkan durumlarda kullandığımız''Şiştim'' sözcüğünü ondan öğrenmiştik. Ne yazık ki artık tık tık atan nabzını sayamayacak.

Doğal, gerçekçi, samimi baba profilini O'ndan güzel kimse çizmemişti.

Nur içinde yatsın. Başımız sağ olsun.

16 Şubat 2009 Pazartesi

Sevgililer Günü

''Bir varmıııış, bir yokmuuuuş. Bir zamanlar, Roma'da bir papaz yaşarmış. Adı Aziz Valentine olan bu papaz; sevgililerinden ayrılmak istemeyen asker kaçağı gençleri , gizli gizli kilisede evlendirirmiiiş. Kral bunu duyunca kızmış, köpürmüş ve Aziz Valentine'yi öldürtmüüş.'' O gün ''Sevgililer günü'' olmuş.

Allahaşkına böyle bir masala kim inanır? Ya da sizleri etkilemiş olmayayım,''Ben inanmıyorum'' desem daha doğru olur. Piyasaların canlanması için uydurulmuş bir masal bana göre. Milli, dini bayramlar gibi cümbür cemaat kutlanacak bir gün değil ki sevgililer günü, kişiye özel olmalı.

Günde üç öğün yemek yerine senede bir gün yemeği düşünebilir miyiz? Mümkün değil, hazımsızlık yapar. Bence sevgililer günü için de aynı şeyi düşünebiliriz. Zaten, koca yılın sadece 14 Şubatında hatırladığınız sevgilileriniz varsa hiç zahmet etmeyin.

İşin bir de ''TEĞET'' boyutu var. Özel bir günde alınan hediye (bedeli ne olursa olsun) insanları mutlu ederken, sevgililer gününde alınan hediyenin emsalleriyle karşılaştırılma sakıncası da var üstelik.
Falancanın sevgilisi pırlanta yüzük alırken, sizin sevgiliniz sadece çiçek getirdiyse vay haline. ''Bu ne sevgi ah, bu ne ısdırap.''

Hem, sevdiğinden ayrılmış ya da sevdiğini kaybetmiş insanlara ''Sevgilisiz''liklerini hatırlatmanın ne alemi var? Onlar; günlük hayatlarını yaşayıp gidiyorlardı oysa.

Türk Sanat Müziğimizin en sevilen makamlarındandır ''Uşşak Makamı''. Anlamı; aşıklar makamı. Aşk üzerine yazılmış birbirinden güzel eserlerden bir tanesinin sözlerini yazmak istiyorum:

Bir tatlı tebessümün bin vuslata bedeldir.
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir.
İnan sevgilim sana benden başkası eldir.
Gözlerin hayat verir aşkın ise eceldir.
ZEKİ MÜREN

Her gününüz sevgilerle dopdolu olsun.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Sabah rüzgarı


Günün en çok hangi vaktini seversiniz? Sabah- Öğlen-Akşam- Gece. Benim yanıtım; günün ilk saatleri. Bu zaman dilimine birlikte bir yolculuğa ne dersiniz?

İlk, öğrencilik yıllarımda keşfettim; bu büyülü atmosferi. Önemli sınavlar öncesi, ders çalışmak için gecenin sessizliği, en uygun saatlerdi benim için. Yorgun başımı camdan çıkartıp, derin derin nefes aldığım zamana denk gelen alaca karanlığın içinde, doğanın bir parçası gibi hissederdim kendimi. Hafif hafif esen sabah rüzgarının eşliğinde an be an, en sevdiğim renk lacivertten maviye dönüşen gökyüzünü izlerken, çevremdeki herşey çok farklı çok saf ve masum görünürdü gözüme. Doğanın kurulmuş çalar saati kuşların birer birer ötmeye başlamaları, ağaçların, çimenlerin aynı yöne doğru salınmaları; kusursuz bir dans gösterisinden farksızdı. Şaşkınlık ve hayranlıkla izlediğim bu manzara, inkâr edenlere en büyük kanıttır dediğim; O yüce varlığa ''Allah'a'' biraz daha yaklaştırırdı beni. Derinliklerden gelen bir ezan sesi ile bedeninden uzaklaşmış bir ruh kadar hafiflediğimi hissederdim.

Anlamı ''Sabah rüzgârı'' olan Türk Sanat Müziğimizin en sevdiğim makamı ''Saba Makamı'' beni hep bu; dünle bugünün vedalaştığı saatlere götürür. Kendimi farklı bir alemde hissederim.

Yazımı okuduktan sonra sizleri, beni çok etkileyen bu makamla buluşturmak istiyorum. Haklı mıyım, değil miyim? Kararı siz verin. http://www.fizy.org/ sitesindeki pencereye '' saba peşrev'' yazarak, üç veya dördüncü sıradaki 8.54 dakikalık eseri, gözlerinizi kapatıp arkanıza yaslanarak dinlemenizi tavsiye ediyorum.

Yalnız olmadığınızı hissedeceksiniz.

12 Şubat 2009 Perşembe

İsim koymak

*İsmin ne önemi var ki, güle gül demeseydik yine güzel kokmayacak mıydı?WİLLİAM SHAKESPEARE

Yine, beğendiğim bir sözle yazıma başladım. William Shakespeare ne kadar doğru bir saptamada bulunmuş değil mi?

Gülün isim annesi ya da babası kim bilmiyorum ama, diyelim ki gül değil de ''ot'' deselerdi, yaklaşan sevgililer gününde sevgililere kucak kucak otlar sunulmayacak mıydı? Kulağa ne kadar gülünç geliyor.

Çocuk sahibi olacak anne-babalar, aylar öncesinden isim aramaya başlarlar. Çocuklarına en güzel ismi bulabilmenin telaşına düşerler. Hoş, her zaman buldukları ismi koyabilmeleri de pek olası değildir. Son anda, ortaya çıkıveren bir aile büyüğü tarafından öngörülen hayatta olmayan bir dedenin adı , nüfus cüzdanına işleniverir gider kargaşa arasında.

Bazı isimler vardır; duyduğunuz an hemen anlarsınız ailenin ilk çocuğu olmadığını. Hatta ikinci, üçüncü olmadığını:''Yeter'' ismi bana hep, sözlü iletişim kurmakta güçlük çeken bir çiftin çocuk aracılığıyla birbirlerine kısa mesaj çektiklerini düşündürür.

Bir de ''tosuncuk'' tabir edilen, doğumunda dört, dörtbuçuk kilo gelen bebekler vardır. Aile bu durumu öğünerek çevresine anlatırken o ruh hali içerisinde çocuğa da ''Gürbüz'' ismini yakıştırıverirler. Bilmezler ki ileriki yıllarda zor yaşam koşulları bu gürbüz çocuğu solgun benizli bir erkek haline getirecek. Ya da ''Gonca'' ismini kulağına ezanlarla fısıldadıkları bebecik seksen yaşında bir ''Gonca Nine'' olacak.

Aslında, farkında olmadan biraz konunun dışına çıktım. Yukarıdaki örneklerimi ara sıcak kabul edin.

Şaban; mübarek üç ayların ikincisinin adıdır.Oysa Şaban ismi sizde nasıl bir izlenim uyandırır? Bir çoğumuzun ilk aklına gelen rahmetli Kemal Sunal'ın Şaban tiplemesi değil midir? Biraz saf, biraz komik..... vb. Anlatmak istediğim; isim kişiye bir anlam kazandırmıyor, kişi ismin anlamına anlam katıyor.

Recep ismi de üç ayların ilki olup, Müslüman alemi için önemli ve kutsal değer taşır. Oysa benim için son derece itici bir insanı çağrıştırır. Televizyon ekranlarında, kaba saba-argo konuşmalarıyla, üç saniyeden fazla seyretmeye katlanamadığım bir insan tipidir. Hoş, birçok insanın nesini beğendiğini de merak etmiyor değilim. Hele hele üstüne para verip sinamada izlemeye gidenlere de hiç akıl erdiremiyorum. Öz insanımız:Recep İvedik.

Ben ismini çok beğenen ve benimseyenlerdenim. Yeni tanıştığım kişilere öğretmekte güçlük çeksem de, okul yıllarımda öğretmenlerin dikkatini çektiği için sık sık sözlüye kaldırılmış olsam da, meslek hayatımda yaptığım her telefon görüşmemde adımı harf harf kodlamak zorunda kalsam da; çok seviyorum. Ama, önemli olan benim ismimi sevip sevmemem değil elbette. Dışarıdan bakıldığında ismimin, çevremdeki insanlar tarafından nasıl algılandığını gerçekten çok merak ediyorum. Arkamda bir hoş seda bırakabilirsem ne mutlu bana.

En güzel imajlar hepimizin olsun.