31 Mart 2009 Salı

Geleceğin suçlusu


ABD Houston Polis Müdürlüğü hazırladığı bir belgeyi kentteki tüm okullara ve evlere dağıtmış.

Geleceğin suçlusu nasıl yetiştirilir:

*Küçük yaştan itibaren çocuğa istediği herşeyi verin. Böylece, herkesin onun geçimini sağlayacağını bilsin.
*Söylediği kötü sözlere gülün. Bu ona kendisinin akıllı olduğunu hissettirecektir.
*Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! Ama 18 yaşına geldiğinde kararlarını kendisinin vermesini bekleyin.
*Yerlere attığı kitaplarını, giysilerini toplayın,her türlü işini siz yapın ki, o sorumluluklarını başkalarına yüklemeyi öğrensin.
*Ona istediği kadar harçlık verin ki para kazanmanın ne olduğunu bilmesin.
*Yanında bol bol kavga edin ki aile birliğinin ne olduğunu öğrenmesin.
*Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı hep onun tarafını tutun ki, onlara karşı önyargılı olsun.
*Bütün bu yaptıklarınızdan sonra birgün çocuğunuz suç işlerse ondan özür dileyin,ama kendinize de teşekkür etmeyi unutmayın.
******

Akıllıca hazırlanmış bu belgeye kimbilir daha ne maddeler eklenebilir. Konunun ister çocuk ister büyük tarafında olalım, bu yazıdaki bazı maddeler bizlere tanıdık gelebilir;iyi niyetle yapılmış olsa bile.

Yanlışlar düzeltilmek içindir diyerek yazımı bitiriyorum.

27 Mart 2009 Cuma

Muhtar adayı


Bu yıl mahallemizden çokca sayıda muhtar adayı çıktı. Ellerinde parlak kuşe kâğıda basılmış artistik fotoğrafları (fotoshoplu) ve broşürleriyle köşe bucak dolaşıp durdular. Bayramlarda şeker toplayan çocuklar gibi, koloniler halinde evlerimizi ziyarete geldiler. Kucak dolusu karanfiller dağıttılar.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da büyük düşünmek gerekir. Muhtarlık nasıl bir meslektir ki, kazanabilmek için insanlar bu kadar büyük harcamalar yapar, kendisini helâk eder. Apartmanlarında yöneticilik yapmaktan kaçınan bunca insan, muhtarlık deyince niye vazifeşinas kesilir.

Çok sık işim düşmese de, zaman zaman muhtarlığa gitmişimdir; Nüfus Cüzdanı sureti, ikametgâh kâğıdı almak için. Günün hangi saati olursa olsun, bir kuyruk oluşturacak kadar insanla karşılaşmışımdır. Basılan her mühür karşılığında ödediğimiz bedellerin nasıl kayıt altına alındığını da hep merak etmişimdir. Ne yapayım bu da benim cehaletim.

Bir de, ''İhtiyar Heyeti'' var. Onlar ihtiyar oldukları için dolaşamıyorlar herhalde. :-)))) Buna da çok gülerim. Çocukken bu heyetin ak sakallı tonton dedelerden oluştuğunu zannederdim.

Belediye seçimlerine yoğunlaştığımız şu günlerde muhtarlık seçimlerine de gereken özeni göstermemiz gerekir. Seçeceğimiz adayları yeterince tanımalıyız. Doğum, ölüm, okul çağına gelen çocukların takibi, yeşil kart sahiplerinin tesbiti... hiç de küçümsenmeyecek, ciddiyetle izlenmesi gereken işler. Mahallelerimizin; bu sorumluluğu üstlenebilecek, görevini hakkıyla yapabilecek muhtarlara ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız.

Gelişigüzel basacağımız her mühür, birgün bizden hesap sorar.

26 Mart 2009 Perşembe

Özeleştiri


Birkaç gündür ellerim tuşlara gitmedi ve sizlere ne yazacağımı bilemedim. Önce hepinizden özür diliyorum. Ama duygularımı doğru sözcükler seçerek dile getirebilirsem bana hak vereceğinize inanıyorum.

Yazmaya başladığım ilk gün, işi çok da ciddiye almamıştım. Benim için değişik bir eğlenceydi. Ama, ben yazdıkça sizler çoğaldınız. Hem de hiç tahmin edemeyeceğim kadar. Şu an; Van'a, Diyarbakır'a kadar uzanan 18 ilimizden, siz değerli okuyucularım tarafından izleniyor olmanın hem mutluluğunu hem de sorumluluğunu taşıyorum.

''Akıl tutulması''dedikleri bu olsa gerek. Siz değerli okurlarıma daha güzeli sunabilme telaşı, hiçbir şey sunamama durumuna getirdi beni. Ama bunu da kolaylıkla aşacağıma inanıyorum. Yolcu yolunda gerek.

Gülücükler yüzünüzden hiç eksik olmasın.

ESKİ TÜRKÇE BİLGİSAYAR TERİMLERİ: {:-))))

görev çubuğu: değnek ül vazife
çift tıklama: tıkırtı ül tekerrür
administrator: sahip-ul edevat
software: edevat ül yumuşak
hard disk:edevat ül civanmert
anti spyware : müdafa ül hafiye
mouse: zındık faresi
klavye: taht ül hurufat
power supply: kuvvet macunu
my documents - hazine i evrak
internet: allame-i ulul arz
google:kaşif-ul ali
google earth:seyr ül arz, kasif ul arz
denetim masası: sehpa-i saltanat
cd- rom : pervane ül hâfıza
ekran: perde ül temaşa
kasa: kaide
enter: duhul
virüs: deyyus
antivirüs - akıncı
msn : elçi
hacker: deyyus-ül-ekber
hata raporu: malumat-ül kabahat
mail server: divan-ül mektubat
messenger: havadisçi
chat : muhabbet ül zaby
ctrl alt del : has timar zeamet

20 Mart 2009 Cuma

Koyun olmak

22 Mart 2009
Kendimi bildim bileli bazı toplumlara ''Koyun Gibi'' benzetmesi yapılır. Koyun gibi olmak ne demek? Büyük düşünmek gerektiren bir durum. Koyunun en bilinen özelliği nedir?Otobur oluşu. Evet; vejeteryanlar hariç, et fiyatlarından gözleri kamaşanların tercih ettiği beslenme türü olduğunu kabul edersek, buna doğru bir tesbit diyebiliriz. Memeliler sınıfından oluşu da doğru.Buraya kadar inanılmaz bir benzerlik sözkonusu.

Etinden, sütünden yararlanılır diyor ansiklopedilerde: Salıverildikleri yeşilliklerde otlanmak suretiyle beslenebilen koyun hayvanımızın eti; zengin sofralarının birbirinden lezzetli yemeklerinin ana malzemesidir. Sütünden elde edilen yoğurt, peynir, kaymak; ister sabah kahvaltılarında , ister içki sofralarında meze niyetine, ister iftar sofralarında şifa niyetine afiyetle yenir.

Yününden, her türlü giysiyi elde edebilirsiniz. Ayağınızın altındaki halıda bile onun yünü, kılı vardır. Derisinden neler neler yapılmaz . Yani, bu ekonomik ve bereketli hayvanımız her derde devadır.

Koyunları otlatmakla görevli bir de çoban vardır. Fakat ne çoban koyunların, ne de koyunlar çobanın dilinden hiç mi hiç anlamaz. Üstelik günboyu elinden düşürmediği kavalın sesini kafaları götürmese bile dinlemek zorundadır zavallı hayvancıklar. Toplu halde iken ''sürü'' diye adlandırılır koyunlar. Başlarına bir de kurt soyundan gelen çoban köpeği konur. Otoburların yanında bir etobur. Çoban; yanık yanık kavalını çalarken, çoban köpeği sürüye göz açtırmaz.

İşin en ilginç yanı; ne çoban ne de köpek sürünün sahibi değildir. Onlar sadece görevlerini yerine getirip akşam olmadan koyuncukları gerçek sahibine teslim etmekle yükümlüdürler.

Bir yerlerde böyle toplumlar olduğunu hepimiz biliyoruz ve bizden uzak olsun diyoruz.

Seçime doğru


Bir süredir yurdumuzda garip bir şenlik havası hüküm sürmekte. Caddelerimiz, sokaklarımız, bayramları kıskandıracak kadar süslendi. Bugüne kadar sadece koşu, yüzme gibi spor dallarında zevkle izlediğimiz ''bayrak yarışı''nın, bir de siyasi versiyonu olduğunu görmüş olduk böylece. Ancak, insanların yüzüne yansımayan bu şenlik adeta; ''Cenaze evinde halay çekiliyormuş'' duygusu yaratıyor.

Cıcılı, bıcılı boyanmış seçim arabalarının hoparlörlerinden desibel, desibel yayılan müziğin çevreye verdiği rahatsızlık; işin bir başka kirlilik boyutu. Ama çok şükür, tarihe geçecek bir ilki yaşadık: Bu seçim kampanyası sürecinde konvoylarda(otobüs üzerinde yaşanan türden) bir zayiat yaşanmadı. Sanırım, bu kez tedbir olarak üstgeçitli değil, hemzemin geçitli yollar güzergâh olarak tercih edildi.

Sizleri arayan oldu mu bilmem, biz sık sık bizimle hiç ilgisi olmayan uzak ilçelerin belediye başkan adayları tarafından telefonla arandık. Her seferinde de boş bulunup ''İyi günler''diyen sese ''İyi günler'' yanıtı verdim ki... bir bant kaydı; Ben falanca ilçenin başkan adayı... İlçe bizim ilçe değil. Telefonumuzu nerden buldunuz? Bizim gibi alakalı, alakasız yüzlerce insanı aradığınıza göre, telefon faturasını ödeyecek parayı nerden buldunuz?Acaba bilmediğimiz ilçelerin listelerinde de mi kayıtlıyız??

Başbakanımız konuşma yaptığı her meydanda bizlere ısrarla büyük düşün diyor. Bizlerin de düşündükçe düşünesi geliyor.

Hilesiz, olaysız ve ülkemizin yararına neticelenecek bir seçim dileğiyle.


Fotoğraf Milliyet.com.trden alınmıştır.

14 Mart 2009 Cumartesi

Tıp Bayramı


Her çocuğun evcilik oyunlarında yer alır ''Doktorculuk''. ''Büyüyünce ne olacaksın?'' ''Doktor''. Bu söyleşi lise çağlarına kadar sürer gider. Ancak, üniversite sınavı aşamasında doktor olma amacını sürdüren genç sayısı %10 lara kadar düşer.

Çok kutsal bir meslektir doktorluk. ''Tıp''; hiç bitmeyen, ömür boyu süren bir okul. Her geçen gün biraz daha kirlenen dünyamızın canlılarda yarattığı hasarları, yeni yeni hastalıkları teşhis ve tedavi edebilmenin yoğun çabası içinde olmak hiç de kolay olmasa gerek.

Bu mesleğe atılmadan önce edilen bir de yemin var: Hipokrat yemini. Bazı bölümlerinden alıntılar yapmak istiyorum;'' Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim.'' ''Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazarattan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
Yemini okuduktan sonra, bir kez daha bu mesleğin ne kadar kutsal olduğunu anlıyorum.

Hepimizin bildiği gibi;çok değerli doktorlarımız var. Bir çoğu yurt dışında ülkemizi gururla temsil ediyor. Geri kalanı da Türkiye koşullarında mesleklerini sürdürebilmenin zorluklarını yaşıyorlar. Araştırmacılar; hastanelerimizde, bir hastaya ayrılabilecek muayene süresisinin 1.00 dakika olduğunu söylüyor. Allah yardımcıları olsun, başka ne diyebiliriz.

Yurdum insanı, son zamanlarda; hastalığına çare bulabilmek için ''Nereye gitsem, ne yapsam?'' diyerek, rüyaya yatmaya başlamış. Ak sakallı dedemiz hepsine aynı yanıtı veriyormuş :''Kalk, kalk ne yatıyorsun. Gün ağarmadan koş git hastaneden numaranı al, sırana gir. Yine ne varsa Türk doktorunda var.''

Hipokrat yeminini bozmayan tüm doktorlarımızın bayramları kutlu olsun.

12 Mart 2009 Perşembe

İstiklâl Marşı


12 Mart 1921 TBMM nde İstiklâl Marşımızın kabul edildiği gün. Üzerinden 88 yıl geçmiş.
Televizyon kanalları, uzun zamandır dinlemeye hasret kaldığımız bu güzel marşımızı dinleme fırsatı verdiler. Sağolsunlar. Allah hiç bir ülkeyi marşsız, bayraksız bırakmasın.

Mehmet Akif Ersoy, maddi sıkıntılar içinde olmasına karşın, yüce gönlü ile yarışma ödülünü kabul etmeyip hazineye devreden büyük şairimiz. Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay bugün yaptığı konuşmasında;''Ahlak'ın başöğretmeni'' diyor O'nun için. Davranışının örnek alınması gerektiğini vurgulayarak sözlerine şöyle devam ediyor:''Çünkü milleti yönetenler milletin sırtından zengin olmaya kalkmamalıdır.Milletin önderinin sahip olacağı en büyük zenginlik milletin kalbindeki sevgidir.'' Bu sözleri, herhalde hepimiz ayakta alkışlarız, söz olmaktan öte giderse.

Bugün çok duyduğum bir dileği ben de yineleyerek, şairimizin anlamlı bir başka şiiriyle sözlerimi bitirmek istiyorum: İnşallah ülkemiz yeni İstiklal Marşlarına gerek duyacak günler yaşamaz.


KISSADAN HİSSE
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarihi "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?


[Safahat: Yedinci Kitap] MEHMET AKİF ERSOY


http://fizy.org/yLSeh4BJ5aG3 Tüylerimi diken diken eden bu İstiklal Marşı katliamının yorumunu da sizlere bırakıyorum.

10 Mart 2009 Salı

Telefon

Tarihte bugün: 10 Mart 1876 da Alexsander Graham Bell, yardımcısı Watson'la ilk telefon konuşmasını gerçekleştirmiş. Telefon çalışmaları sırasında bataryadan pantolonuna akan asit için yardım istemek amacıyla yaptığı bu ilk görüşme, günümüz telefon çılgınlığının ilk adımı olmuş böylece.

İşin garip yanı; Graham Bell'in esas amacı telefonu bulmak da değilmiş. Doğuştan işitme engelli annesi ve O'nun gibileri, sessiz dünyalarından kurtarabilmekmiş. Dedesi ve Babası da bu yolda çok şeyler yapmışlar. Graham Bell'in annesi gibi eşi Mabel de bir işitme engelliymiş. Eşini çok seven Bell, O'na yazdığı bir mektupta bu uğurdaki çalışmalarından asla vazgeçmeyeceği sözünü vermiş.

133 yıl geçmiş o günden bugüne. Dile kolay. Peki, ülke olarak telefon konusunda nasıl bir evrim yaşamışız: Önce postanelerin önünde görmüşüz bu aygıtı. Jeton denilen gereçlerle uzun kuyruklar oluşturarak, sırası gelenin süreyi uzatmasına aman vermeden, kavga döğüş görüşmeler yapmışız. Daha sonra yavaş yavaş evlerde rastlamaya başlamışız. İğne oyası en güzel işlemeli örtülerin altında, süs eşyası gibi. Sahibini böbürlendiren, üstün nitelik kazandıran, konu komşusuna hava attıran bir değer olarak görmüşüz.''Falancalara telefon bağlanmış''''Yaaaaa'' diyerek için için kıskanmışız. Büyük bedeller ödeyip sıraya girmişiz. Bağlanacağı günü teskere bekler gibi beklemişiz.

Gelelim bugüne:''Cep telefonu icat oldu, mertlik bozuldu.'' Evde, işte, yolda sokakta, okulda, küçücük çocukların elinde.....

Bugün; kalabalık bir caddede, önümde yürüyen kişinin akıl hastası olduğunu düşünüyordum ki, bu düşüncemden son anda vazgeçtim. Kişi, teknolojinin son harikası kulaklık ve mikrofon marifeti ile cep telefonu görüşmesi yapıyordu. Anlaşılmaz, komik görüntüler sergilemeye başladık. Yollar sokaklar; sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi görünen, gülen, ağlayan insanlarla dolup taşar oldu.

Hem; gerçekten birileri tarafından dinleniyorsak, onlara da yazık. Gereksiz konuşmalarla onları bunaltmayalım.

Sağlık ve huzur dileklerimle.

7 Mart 2009 Cumartesi

Fıkra gibiyiz

Şikayetvar.com dan alıntı gerçek bir olay:

''Bir kız arkadaşım ve ablası beraber Zeki Triko'ya mayo bakmaya gidiyorlar .Neyse bir bayan ilgileniyor, arkadaşımın ablası bir mayo beğeniyor, bayan diyor ki; "aa çok güzel bi tercih yaptınız, zaten onun çizimini Zeki Bey'le ikimiz yaptık, ben Zeki Bey'in yeğeniyim." Ablamız "aa sizin de mi soyadınız ''Triko" deyince, arkadaşım arkasına bakmadan olay mahallinden uzaklaşıyor.''

Zaman zaman, ziyaret ederim bu siteyi: Yurdum insanı nelerden şikayetçi, nelere karşı tedbirli olmam gerekir düşüncesiyle. Devir ''kuşku, kaygı'' devri. Alacağımız ürünler, seçeceğimiz markalar hakkında ön bilgi edinmek yararlı oluyor. Sağolsunlar, bir de ''komik şikayetler'' sütunu eklemişler. Tesadüfen gözüme çarpan bu olayı sizlerle paylaşmak istedim.

Önce güldüm, sonra da düşündüm;yıllardır tanıdığımız bu ürünün sahibinin soyadı nedir diye. Hoş, sınav sorusu olacak değil elbette. Ama aklıma da takılmadı değil. Kısa bir araştırmadan sonra''Başeskioğlu'' olduğunu buldum. Belki siz de merak etmişsinizdir.

Bu şirin ablamız Medyum Memiş'in yeğeniyle karşılamış olsaydı diyorum; acaba ''Sizin de mi soyadınız Memiş?'' diye mi, yoksa ''Sizin de göbek adınız Medyum mu?'' diye sorardı.

Bugün çalışanlar için güzel bir gün.TATİL. Ben de biraz tatil havasında birşeyler yazayım dedim.

Yüzünüz hep gülsün.

5 Mart 2009 Perşembe

Süper Loto


Sevgili Okurlarım,

Bugün hepinize birer bardak sanal soğuk su ikram etmek istiyorum. İçimdeki ses; hepinizin Süper Loto oynadığını söylüyor. Elbette ben de oynadım. Onbir haftadır devreden ikramiye, artık kazanana yarardan çok zarar verecek düşüncesindeyim. Veya artık, birden fazla insana çıkmalı. Bizler de bir hafta daha hayal kurmaya devam edelim.

''Haftanın belli günleri; kayıtlı olduğum bir takım etkinliklere katılabilmek için İETT otobüslerinden yararlanıyorum'' demiştim daha önce. Bugün de o günlerden biri idi. Trafiğin yoğun olmadığı bir saat olduğu için rahatlıkla her zamanki en ön sıradaki koltuğuma oturabildim.

Yaşlıca bir beyin direksiyondaki sürücüyle başlattığı sohbet beni çok üzdü. Sürücü Bey; aylardır alamadıkları maaşlarını, sorgusuz sualsiz işten çıkartılan arkadaşlarını, intihara teşebbüse varan bunalımlarını, buna rağmen ödemek zorunda oldukları vergilerini anlatırken çaresizliği sesinden anlaşılıyordu. ''Bizi bu hale getirenlerin bu dünyada cezalarını çekmelerini ve bunu görmeyi çok istiyorum'' dediğinde; bu duasına ben de yürekten katıldım.

Duruma bir başka pencereden bakarsak; İstanbul trafiğinde yüzlerce İETT otobüsü sabahın erken saatlerinden, gecenin geç saatlerine kadar sefer halinde. Ruhsal ve bedensel açıdan yıpranmış, zayıf düşmüş fakat, ücretini bile alamadıkları işlerinden de olmanın korkusunu yaşayarak görevlerine devam eden bu insanlara; binlerce İstanbul'lunun can güvenliği emanet ediliyor. Trafik polisleri, bu zavallı durumdaki sürücülerin açlık sınırını ölçebilen ölçüm aletleri edinseler hiç fena olmaz.Otobüsten inerken, kendi kendime söz verdim:Kazara süper lotoyu tutturabilirsem, İETT çalışanları için de birşeyler yapacağım.

Emeğin karşılığının alınabileceği aydınlık günler dileğiyle.

4 Mart 2009 Çarşamba

Özay Gönlüm


''Denizli'nin Horozları'' deyince ilk aklıma gelen isimdir Özay Gönlüm. ''Ninenin Mektupları'',''Asmam Çardaktan'' ...... saymakla bitmez. Dile kolay 3000 den fazla türküyü derleyip, Türk Halk Müziğimize kazandırmış büyük bir ustadan bahsediyoruz. 1 Mart 2000 yılında kaybettiğimiz değerli sanatçımızı anmadan geçemedim.

İnsanlar başağa benzer, içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler. Montaigne, bu sözünü Özay Gönlüm gibiler için söylemiş olsa gerek. Kariyerinin zirvesinde ama halktan bir insan. Sevimli, esprili, tiyatral üslubuyla yöre şivesini hepimize öğretmişti.

Özay Gönlüm'le birlikte ''Yaren'' i de öğrendik. Cura, çöğür ve bağlamadan oluşan bu üç gövdeli; gözü gibi koruyup, elinden düşürmediği sazına; dost anlamına gelen anlamlı bir isim verdi. Ölünceye kadar da onu bağrına basıp, elinden düşürmeden çaldı da çaldı.

Nur içinde yatsın.

http://fizy.org/yAKjbdH5-BdC
Güzel bir türküsünü dinlemek isterseniz.

1 Mart 2009 Pazar

Karadeniz Fıkrası


Bugün sizlere nedense beni çok güldüren bir Karadeniz fıkrası anlatmak istiyorum. Fıkraya geçmeden önce bu konudaki fikrimi de belirtmeden geçemeyeceğim. Neden bu bölgemizin insanlarıyla bu kadar uğraşır dururuz? Yanıtı çok basit: KISKANÇLIK. Birçok Karadenizli arkadaşım var ve hepsi de maaşallah çok akıllı. Eee o zaman bunca fıkrayı niye ürettik. Çünkü üstün olanların daha da üstüne çıkmak uğraş istediği için yani zorumuza gittiği için, basit yolu seçip onları aşağıya çekmeye çalışırız. Bu hep böyle olmuştur. Ulaşamadığımız üzüme koruk deriz olur biter.

Fıkramız:

Temel'in babası vefat etmişti... Cenazeye gelen bir aile dostu Temel'e sordu: Nasıl öldü?
Temel:''30uncu kattan aşağıya düştü.'
Adam:''Vah vah desene çok feci ölmüş.''
Temel:''Yok yok öyle ölmedi...Tam yere düşecekken manavın tentesine çarpıp tekrar yükseldi.''
Adam:''Vah vah! Daha şiddetli çakıldı o zaman''
Temel:''Yok! Karşıdaki kasabın tentesinden zıpladı bu kez karşı binanın çatısına...''
Adam:''Demek çatıya çarpıp öldü.''
Temel:''Yok ya! Çatıdan yuvarlanıp elektrik tellerine gitti...''
Adam:''Deme ya! Çarpıldı o zaman...'
Temel:''Yok canım teller yaylandı babamı 200 metre yukarıya fırlattı.''
Adam:''200 metreden yere çakıldı öyle mi? Yazık...''
Temel:''Yok ya yine en baştaki bakkalın tentesine...'
Adam:''Orda mı öldü?''
Temel:''Yoooo... Ordan da yine kasaba...''

En sonunda bunalan adam Temel'e bağırarak sordu:
''Nasıl öldü bu adam?''
Temel:''Baktık durmuyor... Vurduk!''
:-)))))

Neş'eyle kalın.