12 Kasım 2010 Cuma

Yaşam


Duydum ki blogum bana küsmüş, haksız da değil hani. Bir kutu lokumla gönlünü almaya geldim.
*
Bugün yaşama dair birşeyler yazmak geliyor içimden: Her geçen gün biraz daha kirlenen toplumumuzdan ve eksilen insanlığımızdan. Karnındaki bebeğini hiçe sayarak yolun ortasında katledilen bir eşin akıl almaz dramı. Beş parçaya bölünmüş sevgilinin poşetlenmiş cesedinin farklı çöplüklere terkedilmesi. Kameralarla tesbit edilmiş yüzlerce trafik kazası. Bir aile fertlerinin evlerinde ölü bulunması . . .
*
Nereye gidiyoruz? Nedir bizi bu kadar gaddar ve acımasız yapan? Sevgi, saygı beklerken nedir bunca kin, hırs? Cinnet mi geçiriyoruz?
*
Yine cumartesi, pazar telaşı sardı bizi. Sokağımıza o pis suratlı çocuklar, yanlarında kocaman köpekleriyle gelip zavallı kedileri parçalamaları için peşlerinden koşturacaklar. Şimdiden çeteleşen bu çocukların eline mi emanet edeceğiz ülkeyi. Yaşamımın hiç bir döneminde bu kadar karamsar olmadım.
*
Her kesimiyle, zıvanadan çıkmış bir toplum görüntüsü sergiliyoruz. Tarihteki örneklerine bakarsak; aslımıza ve özümüze dönmemiz için bize bir felaket gerekiyor.
*
Sevgili blogum, şimdi anladın mı uzun zamandır neden yazmadığımı? Oysa ben sana hep güzelliklerden bahsetmek isterdim. Ama yok yok yok. Ne yana dönsem çirkinlikler görüyorum.Bu kadarı da olmaz ya.
*

14 Ekim 2010 Perşembe

Teşekkürler Şili


Meğer ne hasret kalmışız; insan yerine konup, insan muamelesi görmeye. Yerin 700 metre altından birer birer çıkartılan maden işçilerine verilen değer, her ülke vatandaşına nasip olur inşallah.
*
Sabahın erken saatlerinde başlayan operasyonu izlemek üzere saatimizi kurup televizyonun karşısına geçtiğimizde, bizim de yüreklerimiz pır pır atıyordu. Binbir incelikle oluşturulmuş kusursuz organizasyon, her türlü aksaklık hesaba katılarak yapılmıştı. Uzun zamandır böyle bir heyecan yaşamadım. Karmaşık duygular içinde; orada olup, o sinerjiyi ben de paylaşmak, bir an için Şili'li olmak istedim. Tek kelimeyle muhteşemdi.
*
Aslında yapılan, olması gerekendi. Ama ne acıdır ki; nasıl bir dünyada yaşıyor ve yaşatılıyorsak , bizler bu olayı ''helâl olsun'' nidalarıyla, değerini yitirmiş bir canlı türü olarak izledik. Sıfatımız değişmese de, sezon sonu indirime girmiş giyecekler gibi değer kaybetmişiz haberimiz yok. Kapış kapış gidiyoruz.
*
İşte bu yüzdendir; Şili'ye teşekkürüm. Bize özümüzü hatırlattı: Bir zamanlar insandık.
*
Sağlık ve huzur dileklerimle.

26 Eylül 2010 Pazar

Yaşamın sırrına ermişler




Biz istediğimiz kadar ugh mugh diye dalga geçelim. Başlarındaki tüyleri, savaş boyalarını, dumanla haberleşmelerini tiye alalım.
Barış çubuklarını, yarı çıplak hallerini , tamtam danslarını , ilkelliklerini gülmece konusu yapalım.
*
Bildiğim şu ki ; onlar, tek dişi kalmış medeniyet canavarının pençesine düşmüş bizlerle eğleniyorlar. Yaşamı çoktan çözmüş, özetini çıkartmış da bizlere öğretmeye çalışıyorlar:
*
Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim.
Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim.
Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz.

********

Son ırmak kuruduğunda,
Son ağaç yok olduğunda,
Son balık öldüğünde;
Beyaz adam paranın
yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.

********

Beyaz adam gördüklerini anlatmak için çok sözcüğe sahiptir.
Fakat gerçeği söylemek için çok söz gerekmez.
*

Sağlık ve huzur dileklerimle.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Sade kek


Herşey cep telefonuma gelen bir mesajla başladı. Diyordu ki ''Bir ev, bir araba ve 1.500 TL kazanmak istiyorsanız hiç ücret ödemeden falanca numaraya hemen msj. gönderin. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi; bilumum şans oyununa , düzenine pek meraklıyım ( Bunun nedenini araştırmak için bir gün kendimi kanepeye yatırıp, başucuma oturup kendimi sorgulayacağım. Gerekirse çocukluğuma kadar ineceğim.)
*
Neyse, gözlerim parlamış bir vaziyette, madem bedavaymış diyerek mesajı yolladım. Anında bir yanıt geldi. ''Arabanızın anahtarını almak için şimdi ikinci aşmaya geçip falanca numaraya msj. yollayın. Bedeli 2.40 TL. Tamam şans oyunu deyince gözlerim yuvalarından uğruyor ama çok şükür o gözler oyuna gelemeyecek kadar da açık aynı zamanda. Bu iş buraya kadar dedim ve kendimce konuyu kapattım. Lâkin, onlar kapatmıyor. Beş dakika arayla ''Evinizin tapusunu almaya niye gelmiyorsunuz?'' gibilerinden kışkırtıcı msj.lar geliyor da geliyor.
*
Haydi, dedim bu da son ama. Msjı. yolladım. Bu kez farklı bir yanıt geldi. Bir internet adresine yönlendiriliyordum. Oradan şifremi almam ve artık çekilişi beklemem söyleniyordu. ''Hah be şöyle'' diyerek bilgisayara yöneldim. Şifre almak üzereydim ki bunun da bir ücreti olduğunu duyunca çok sinirlendim. Bu kadarı da fazla diyerek konuyu kafamdan silip, kendime yeni bir göbek adı buldum ''KEK''.
*
Çekiliş gününe kadar mesajların ardı arkası kesilmedi. ''Geç kalmayın.Son 20 dakika '' diyen mesajları ben silmekten yoruldum. Abartmıyorum ben 50 ye kadar sayabildim. Dahasını siz hesap edin. Bunun yanısıra yine bir başka numaradan gelen israrlı mesaj ''Kuruluşumuzdan kol saati kazandınız şu numaraya kaydınızı yaptırın'' demez mi? Hayır, niye duvar saati ya da başka bir şey değil de kol saati.
*
Yani, sizin anlayacağınız ben 2.40 TL ile ucuz atlattım. Kendime ''Sade kek'' diyorum.
*
Herşeye rağmen gülmeyi unutmayalım.

7 Eylül 2010 Salı

Gülegüle Ramazan


Bir ay boyunca, hoşsohbet bir misafiri ağırladık.
O ayakkabılarını giyerken, geride bıraktığı güzel anılar yüzümüzde bir tebessüm, içimizde şimdiden tatlı bir burukluk bıraktı bile.
.
Ne daha fazla, ne daha az kalmasının doğru olmayacağını biliyormuşcasına, muhabbetin bittiği yerde ''E haydi artık bana müsaade'' dedi ve gidiyor.
.
Seneye bir daha buluşabilir miyiz? Ya da geldiğinde ben O'na aynı özeni, güleryüzü gösterebilir miyim? Dilerim; bu güzel beraberliğe ''Nerede kalmıştık?'' diyerek kaldığımız yerden devam ederiz, tutabilen- tutamayan tüm aile bireylerim ve sevdiklerimle birlikte.
.
Güle güle Ramazan.

3 Eylül 2010 Cuma

Eski ağıza yeni tad


Resimde görülen hayvanımızla, henüz lezzetini bilmesek de uzaktan uzağa tanışma çabası içerisindeyiz. Kendilerine angus deniyor. Görüldüğü üzre bir tanesi angus angus bakıyor işte. Büyük bir ihtimalle lisanı İngilizce. Bizatihi taa Avustralyalardan yemeklerimize ekonomik katık olmak üzere parti parti geliyorlar. Haydi hayırlısı.
*
Artık kasap-müşteri ilişkileri de biraz değişecek zannımca. ''Hemşerim, bana az yağlı, ince kıyım çiğ köftelik angus çekiverir misin?'' talebi ilginç olacak sanki. Çiğ köfte- angus. Veya orta yağlı dolmalık angus. Televizyonda gün boyu izlediğimiz yemek tariflerinde de durum garipliğini koruyacak. '' Yediyüzelli gram yağsız angus etini alırsınız bir güzeel.'' Yok yok henüz beynimde bir yere oturtamadım. Yemeyi hiç düşünmüyorum. Neyyyseee.
*
Ben bir hayvan dostu olarak bu garibanların psikolojik durumlarıyla ilgileniyorum aslında. Onca yoldan ne kadar zor şartlarda geliyorlar kim bilir. Yorgun ve sinirli oldukları; dilini bilmedikleri insanların, daha önce duymadıkları nidalarıyla (brüs mürs gibi) şaşkına döndükleri kesin. Daha önce yanlarında kesilen arkadaşları oldu mu bilemem? Ama onlar, İslami koşullarla kesilecekleri için son anlarında duyacakları besmele ve tekbirler de zavallıları giderayak bihayli korkutacaktır herhalde.
*
Afiyet olsun yiyenlere.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Hoşgeldin Ramazan




Ne güzel, ne anlamlı bir aydır Ramazan. Özellikle bu yıl büyük bir heyecan ve merakla bekledim. Ağustos sıcağında onaltı saat aç ve susuz kalmayı başarabilecek miydim? Açıkçası üstesinden gelememek düşüncesi beni çok korkuttu. Ama korkum yersizmiş.

*
Huzur doluyum. Zaten her ramazan ben buyum. Gücümü sınıyorum, sabrımı sınıyorum ve kendimi diğer aylarda olduğumdan çok farklı hissediyorum. Bluğa ermiş bir çocuğun büyümüşlük duygularını yaşıyorum. Kendime daha bir fazla güveniyorum. Dilerim bu uzun yıllar böyle devam eder.

*
Aaaah nerde o eski ramazanlar diyenlerden değilim. Evet, onlar da çok güzeldi. Çoktaaan anı defterimin sayfalarına kaydedildi ve artık o günleri tebessümle anabilecek kadar olgunlaştım, hüzünleri aştım. Bu günler de bir gün anı olacaksa şayet, yine tebessümle anacağım güzellikler biriktirip yazmak istiyorum defterime. Haksızlık olur yoksa bu günüme.
Ailemle, sevdiklerim ve sevenlerimle paylaştığım sıcacık bir pide, mutlu olmama yeter de artar bile.
*

Bir bardak suyun ve sahip olduğum herşeyin kıymetini bilmemi sağlayan bu mubarek ayı ben sevmeyeyim de kimler sevsin.

Meğer ben ne kadar zenginmişim.
*
Sağlık ve huzur dolu nice ramazanlara.


8 Ağustos 2010 Pazar

Zıvanadan çıkmak


Zaman zaman kullandığımız bir deyimdir; zıvanadan çıkmak. İtiraf edeyim, düne kadar gerçek anlamını bilmiyordum. Çıkanları görüyordum, hatta bazen ben de çıkıyordum da neyin nesidir bu zıvana merak bile etmiyordum.
*
Gelelim gerçek anlamına: Şekilde görüldüğü gibi, pencere camını çevreleyen pervaz kısmının birbirine geçen köşeleri imiş zıvana
Varın gerisini siz düşünün.
*
İki ucu açık küçük borulara da zıvana denildiği bir rivayet. Hoş, o borudan çıkmak da pek kolay olmasa gerek. Ancak, bizim zıvanamızın kaynağı pencere köşesiymiş.
*
Dileğim; zıvanadan çıkmış bir topluma dönüşmeden, aydınlık günlere kavuşmak.
*
Sağlık ve huzur dileklerimle.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Tepeden tırnağa espri kaynağıyız


Ramazana az bir süre kaldı. Ancak, tepeden inme bir beyanat yalnız bizi değil tüm Müslüman alemini karıştırmaya yetecek sanırım. Birdenbire gündeme oturuveren meyva - alkol ilişkisi kafaları allak bullak etti. Ya bugüne kadar yenilenleri Allah affeder mi acaba? Meğer top yekun bre zındık mışız da haberimiz yokmuş. Çoluk-çocuk, yaşlı-genç AMATEM'e mi gitsek ne yapsak.
*
Düşünebiliyor musunuz? Trafik polisi çevirmiş alkolmetreye üflemenizi istiyor. Promil almış başını gidiyor. Polis kaşlarını çatmış soruyor '' Kaç dilim karpuz yedin?'' Siz de suçlu bir ifadeyle ''Yok Abi, armutun üstüne şeftali yedim. Herhalde fazla karıştırdım. Cezamı kes de gideyim''. Polis daha da sinirli '' Yok ya, sen karıştır meyvaları, sonra da trafik canavarı gibi çık otobana'' Bu, herhalde polis ve sürücüler arasında gelişecek, trafik tutanaklarına geçecek yeni bir diyalog silsilesi olacak.
*
Bir diğer ilginç konu, bu akşam haberlerinde kulağıma çalındı: Çocukların yediği bir takım abur-cubur yiyeceklerin içinde bol miktarda kurşun varmış meğer. Demek ki, bundan böyle çocuklarımıza nazara uğramasınlar diye kurşun döktürmemize de gerek kalmamış. Gıda sektörü, işi kökünden çözmüş. Elem tere fiş kem gözlere şiş diyerek gofretlerin, çıtır cipslerin içine karıştırdıkları kurşunla çoluk-çocuğumuzun selametine katkıda bulunmuşlar. Allah razı olsun.
*
Gülüyoruz ağlanacak halimize.
Sağlık ve huzur dileklerimle.



9 Temmuz 2010 Cuma

Reenkarnasyon


Uzunca bir aradan sonra yine buradayım; bana ilginç gelen bir olay ve konuyla.
*
Yanda fotoğrafını gördüğünüz kedicik, açık büfe haline getirdiğimiz balkonumuzdan mamasını yiyip Red Kit misali ( ben yalnız bir kovboyum) yoluna devam edip gidenlerdendi. Taa ki üzerinde taşıdığı enteresan silüeti fark edene kadar. Gördüğünüz gibi bu bıyıklı ve hatta biraz da güleç yüzlü şahıs ne anlama gelir bilinmez.
*
Benim, sokak hayvanlarına yaşam hakkı tanımayan, hor gören insanlar için ettiğim bir bedduam vardır: ''İnşallah bir daha dünyaya gelirsen sokak hayvanı olursun.'' İlk aklıma geliveren; bu değişmez bedduamın isabet ettiği bir şahsın ibretlik görüntüsüdür oldu. Sanki lâyık olduğu yeri bulmuş gibi. Size de ilginç gelmiştir, umarım.
*
Sağlık ve huzur dileklerimle.
*
Not: Blogumu yorumlara kapattım. Lütfen yanlış anlamayın. Diğer blog arkadaşlarıma gereken ilgi ve özeni gösteremediğim için, yapılacak her yorum beni mahcup edecektir. Anlayışla karşılamanız dileğiyle.

25 Mayıs 2010 Salı

Pişti olmak


Bugün dostlar beni alış-verişte gördü.
*
Yine üzerimde kot pantolonlarımdan biri , üzerimde rahat çizgili gömleğimle mağazalara, vitrinlere bakınarak dolaştım; havanın sıcaklığından ve yoğun kalabalıktan bunalarak.
*
Bir ara gözüm, hemen yanımda yürümekte olan hanıma takıldı.
''Aaaa ne tesadüf '' dedim. Bluzlarımız aynıydı. Olabilir, bunda çok da garipsenecek bir durum yoktu benim açımdan. Nereden aldığını biliyordum, o kadar. Magazin programlarında aynı giysi içerisindeki sanatçıların asabi halleri gözümün önüne geldi; ''Ne kadar abartıyorlar'' dedim kendi kendime. Bu ahval ve şeraitin bir de adı vardı onların dilinde:Pişti olmak.
*
İlerleyen saatler içerisinde ben de sıcaktan iyice pişmiş ve bayırları yere paralel bir vaziyette çıkar hale gelmiştim. Alacaklarımı almış, bulacaklarımı bulmuş fakat yorgunluğum hat safhaya ulaşmıştı. Alış-veriş mahallim Kadıköy'dü ve malum boğamızın bulunduğu meydana gelip, kafamı kaldırdığım anda, en üstteki görüntünün neredeyse birebirini yaşadığım iğrenç bir durumla karşılaştım. Sanki biri bize çağrı yapmıştı:''Hepiniz çizgili bluzlarınızı giyip boğanın önünde toplaşın'' kabilinden. Gözlerim karardı, midem bulandı. Böyle birşey olamazdı.
*
Yorgunluk mu kalır bende. En hızlı adımlarla toplantı yerinden ayrılıp, önüme çıkan ilk toplu taşıma aracına binerek bluzdaşlarımdan uzaklaştım. Eve gelir gelmez O'nu gardrobumun kışlık bölümüne astım.Hiç değilse bir süre gözüm görmesin.
*
Bunun adı jokerli pişti olma mı? :-(((
*
Sağlık ve huzur dileklerimle.



22 Mayıs 2010 Cumartesi

Güle güle Maviş


On yıl önce; evinden kaçmış, yolunu şaşırmış bir çocuk gibi balkonumuza konmuştun. Konu komşuya sorup, sahip çıkanın olmadığı için evimizin baş köşesine koymuştuk seni. İlk canlı hayvanımızdın. Ailemizin yeni üyesiydin. Küçücük bir yürektin pır pır atan.
*
Senin hiçbir zaman konuşmanı istemedim. Sen bir kuştun ve bildiğin dilde ötmek yaraşırdı sana. Açık pencereden gelen arkadaşlarının söyleşilerine katılmak en büyük zevkindi. Bir de şımarık şımarık dört bir yana saçarak didiklediğin galeta poşetinin hışırtısı.
*
Bir kafesin içinde yaşamak senin için ne ifade ediyordu bilemiyorum. Güven mi, tutsaklık mı? Şayet tutsaklıksa artık özgürsün mavişim. Uç uçabildiğin kadar.
*
.

29 Nisan 2010 Perşembe

Şeytanın bacağı kırıldı




Bugüne kadar şans oyunlarıyla, çekilişlerle didiştim durdum. Onlar kaçtı, ben üzerlerine gittim. Hiç büyük oynamadım ama hep oynadım. ''Bu sefer tamam'' duygusunu, heyecanını yaşamak benim için giderek bir zevk ve eğlenceye dönüştü. Her hafta oynadığım 1.00TL lik sayısal, şans topu gibi oyunların yanısıra marketlerin sabırla formlarını doldurup çekilişlerine katılmaktan hiç vazgeçmedim.
*
Benim bu halim aileye de sirayet etti. Bir süre önce büyük bir marketin otomobil çekilişine katıldık. Bir öğlen vakti ; kapımızı çalan postacı, imza karşılığında bu marketten gelen bir zarf uzattı elimize. Zarftan çıkan yazıda ''Otomobil kazandınız'' diyordu. Büyük bir şaşkınlık ve sevinç içerisinde ailecek zeminle tavan arasında gidip gidip geldik. Lâkin; oynamaktan, zıplamaktan yorgun düşüp yazıyı salim kafayla bir kez daha tane tane okumaya çalıştığımızda tüm keyfimiz kaçtı. En alt satırlarda yer alan ve yedek olduğumuzu belirten cümleyi nedense görmek hiç işimize gelmemişti. Matem havasıyla birlikte morallerimiz petrol çıkartacak derinliklere indi. Arabamızı kaybetmiştik adeta. Sonra asil üyeleri nasıl devre dışı bırakırız plânları kurarak işi şamataya vurup yeni çekilişlere yelken açtık.
*
Derkeeen, evimizin yakınında günlük alış-verişlerimizi yaptığımız marketten dün bir telefon geldi. Bir yetkili eşimi soruyordu. Telefonu uzattığım eşimin yüzünde bir aydınlanma belirdi. Telefonu tutmayan diğer elini kafa hizasına kadar kaldırmış tektetelli oynuyordu. Teşekkür ederek telefonu kapattıktan sonra bana ''Haydi yine kaptın çeyrek altını'' dedi. Marketin çekilişinden çeyrek altın kazanmışız. Yooo acı bir tecrübeden sonra inanır mıyım? ''İsim benzerliğidir'' dedim. Çünkü, gecenin olur olmaz saatlerinde çalan telefonumuzdan eşimin adaşı bir doktor zaman zaman aranır. (118 ovovovonsekizden sorularak) Neyse, bu kez durum yeterince gerçeklik kazandı. 12.00 gibi gelin alın demişler.
*
İlk işim Nino'ma haber vermek oldu. ''Kıh kıh kıh konser kıyafetini giy giderken'' dedi. Epey bir gülüştük. Bizimle birlikte beş talihli daha olduğunu söylemişler.'' Aceba diğerleri de bizim gibi spor mu giyinir?'' dedim kendi kendime. Eşim, bir limousinein bizim eve doğru geldiğini söyleyerek dalga geçti. Ben ''Hiç değilse servis arabalarını gönderebilirlerdi'' deyip sitem ettim sevgili marketimize. Yola çıktığımızda fotoğraf makinasını almadığımıza hayıflandık. Eeeee, bu bir ilk.
*
Marketimizin açıl susam açıl kapılarından geçtiğimiz anda büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Günlük market hali hüküm sürüyordu. Danışmadaki bayanın böyle bir durumdan haberi bile yoktu. Telefonla görüştüğü yetkili sonraki bir saatte ödülü alabileceğimizi söyledi veee evet :

Şeytanın bacağını kırdık.

(Maksat muhabbet)

Sağlık ve huzur dileklerimle



resim porttakal.com dan alınmıştır

18 Nisan 2010 Pazar

Haftanın günleri


Son yazı başlığımın etkisinde mi kaldım ne oldum, yazmayalı bir ayı geçmiş. Sizler de benden ümidi kesmişsinizdir. Ne yapayım; kendim yazar kendim okurum. İnsanın kendi kendine muhabbet etmesi de çok zevkli aslında. Ancak, yüksek sesle olmamak şartıyla. :-(((
*
Haftanın günleri yedidir yedi
Yedidir sayın bakın yedidir
Sayın bakın yedidir yediiii
*
İlkokulda, haftanın günlerini öğrenmek amacıyla olsa gerek bu şarkıyı hepimiz söyledik. ''Hayır ben söylemedim'' diyeniniz varsa ''Ya kızamıktan, ya kabakulaktan raporlu olduğun zamana denk gelmiştir'' derim. Yani kaçarı, göçeri yok.
*
Ben bu ve diğer okul şarkılarımızı nedense pek bir içli okurdum. Gören, duyan; Orhan Abi'den ''Batsın bu dünya''yı söylüyorum zannederdi herhalde. Bu hassasiyetim geçti mi? Hayır. Ne zaman bir çocuk korosundan çocuk şarkıları dinlesem gözlerim Heidi gibi tiril tiril dolar. Hiç de ağlak bir insan değilimdir aslında.
*
Gelelim haftanın günlerine. Ne olduysa, ne bittiyse artık haftanın günleri benim için ikidir iki.
Pazartesi- Pazar. Aradaki günler neredeler hiç bilemiyorum. Rahmetli anneannem bunu bir çok konuda olduğu gibi ahir zaman alameti olarak değerlendirirdi kırk yıl önce. Doğruluğu ispatlanmadığı için ben böyle bir saptamada bulunmayacağım. Hani günü uykuda geçiren bir insan da değilim. Sabah 7.30 Akşam 24.00 arası günü dolu dolu yaşamama rağmen aradaki günleri rüya hızında nasıl tüketiveriyorum. Bir bilen varsa lütfen açıklasın.
*
''Zaman su gibi akıp gidiyor'' benzetmesi hep yapılır. ''Rüya gibi geçen yıllar biraz durun durun biraz '' hemen aklıma geliveren bir şarkı. Demek ki tek şikâyetçi ben değilim. Peki, tesbit doğru ise çözümü ne? Ne yapmalıyım ki Pazartesi- Salı-Çarşamba-Perşembe-Cuma ve Cumartesinin varlığını hissede hissede yaşayayım. Nerde hata yapıyorum da bu altı günü hatırlayamayacak kadar çabuk tüketiyorum.
*
Ben bu konuyu araştırmaya devam ederken sizlerin de değerli önerilerinizi bekliyorum.
*
Sağlık ve huzur dileklerimle.

2 Mart 2010 Salı

Dut yemiş bülbül





Kalıplaşmış sözlerimiz, deyimlerimiz vardır. Söylerken gerçek anlamını düşünmeyiz bile; öyleyse öyledir der geçeriz. Önemli olan anlatımımızı pekiştirmektir. Örneğin; Dut yemiş bülbül. Konuşmayan bir insanı anlatabilmenin en etkili tanımı. Acaba gerçekten dut yiyen bülbül sus-pus olup oturur mu? Şayet durum böyleyse, erkek bülbüller akşam iş dönüşü poşet poşet dut taşır sevgili zevcelerine.
*
Aslında dile getirmek istediğim konu bu değildi. Lâf lâfı açtı. Bunu peşrev kabul edelim. Esas konu; bir süredir pazar esnafının keyfini kaçıran can sıkıcı yasak: Artık pazarlarda esnafların malları ile aralarında yüksek sesle kurdukları duygusal söyleşi bitti. Balıkçılar; devlet memuru ciddiyeti içerisinde balıklarını suluyorlar. Heheyt be hamsiye gel hamsiyeee nidaları, içlerinde onyüzbin baloncuk gibi patlıyor. Bunu yüzlerinden okumak hiç de zor değil. Onların bu dut yemiş bülbül halleri benim de canımı sıkıyor.
*
Oysa ki kendimi en halsiz ve keyfsiz hissettiğim zamanlarda bile pazar esnafının bu coşkulu nidaları bana canlılık vermiştir.Pazardan çıkarken kendimi şarjdan çıkmış cep telefonu gibi enerji dolu hissederim. Daha doğrusu hissederdim. Yazık oldu.
*
Yurdum insanı dalga dalga susmayı öğreniyor.
**
Sağlık ve huzur dileklerimle.

17 Ocak 2010 Pazar

Minibüs sevdam 3



Çalışma hayatının ilk ayları, ilk yılları zor geçer. Artık özgürlük bitmiştir. En sevilerek gidilen işyerinde bile; ''Yarın canın istemezse gelme'' denmediği için, kendinizi kapana sıkışmış gibi hissedersiniz. Evlilikte bile bir nişanlılık (alışma) dönemi varken, işe paldır küldür giriverirsiniz. Zaman içinde, ailenizden çok gördüğünüz çalışma arkadaşlarınızla ikinci bir aile oluşturup mutlu, mes'ut çalışıp gidersiniz. Ama, alışma süreci içerisinde bunalır durursunuz.

Anlatacağım olayı , böyle sıkıntılı günlerimden birinde yaşadım:
Yorgun argın biten bir iş günü akşamı İstanbul'un Avrupa yakasındaki işimden evime gitmek üzere bindiğim minibüsün kanepesine kendimi attığımda, son derece mutsuzdum. Ertesi günün
bugünden farksız olmayacağı düşüncesi ise başlı başına bir umutsuzluk kaynağıydı.

Minibüs muavininin, pazarcı çığırtkanlığıyla tıka basa doldurduğu aracımız yola çıktığında hava iyiden iyiye kararmıştı. Uzun bir süre yer yer tıkanan, açılan trafikte yol almaya çalışırken, şöförümüz ani bir hareketle minibüsü yolun kenarına çekti. Karşı yönden gelen bir başka minibüsün ikazıyla çevirme (trafik polislerince yapılan ayakta yolcu kontrolü) olduğunu öğrenen kaptanımız, A planını uygulamaya koyuldu.

Torpido gözünden çıkan dört- beş tane havlu, aracın dikiz aynalarına bağlandı. Kaptan, bir lider edasıyla biz yolculara talimatını verdi. ''İlerde polis aracının önünden el çırpıp şarkı söyleyerek geçelim de bizi gelin alayı sansınlar. Akşam akşam ne siz ne de ben mağdur olmayayım.''
Bir anda yüzüme kan, yüreğüme can geldi. Benim gibi tüm yolcuların da. Meğer hepimizin böyle bir etkinliğe ihtiyacı varmış. Oturanı, oturmayanı başladık el çırpmaya. Bir de türkü tutturduk. Türkü bittiğinde polis çevirmesini çoktan geçmiştik. Ben dahil tüm nekbet suratlar ışıl ışıl gülüyordu loş minibüs ışıklarının altında.
*
İşte bu yüzdendir: Minibüs sevdam

Sağlık ve huzur dileklerimle.
*

14 Ocak 2010 Perşembe

Maya takvimi


Yakın zamana kadar bildiğimiz iki çeşit takvim vardı; 1) Miladî, 2) Hicri.
Gözünü sevdiğim Saatli Marif takviminde görürdük bu ikiliyi. Hergün yeni felâket senaryoları yaratmayı huy edinmiş bir takım densizlerin icadı, bir de maya takvimi çıktı başımıza. Oysa ki maya bizim için; poğaçalarımızı, çöreklerimizi kabartmaya yarayan şirin bir şeydi. Maya derken yüreğimiz kabarıyor artık.
.
Felâket tellalları, Maya takvimine göre 2012 de kıyamet kopacağı çığırtkanlığını devam ettirirken, yazarlar, senaristler de yeni bir konu bulmanın heyecanı ile tüm yeteneklerini ortaya koymaktan geri kalmadılar maşallah. Geçtiğimiz ay ''2012'' adlı bir film acele tarafından gösterime girmiş. Sinemadan çıkanların gözleri yuvalarından bir karış önde gidiyormuş.
.
Ben inatçı kimliğim ve kişiliğimle buna başından beri karşı çıkanlardanım. Bir zamanlar kuyruklu yıldız korkusu ile yatıp kalkan insanoğlunun, şimdi de maya takviminin bitişiyle yaşamın sona ereceği endişesi taşımasına üzülerek seyirci kalıyorum. Yapabileceğim başka bir şey yok.
.
Güya Marduk diye bir gezegen gelip gelip bize çarpacakmış. Ayol, halâ yürürlükteki gezegenlerimizin sayısını sabitleyemedik. Nereden çıktı bu efsanevi gezegen. Üstelik bir de tarihi bile belli 21 Aralık 2012. Yakında saatini de söylerler.
.
Amerika'da geçtiğimiz yıllarda bir toplu intihar eylemi gerçekleşmişti. Az buz değil binlerce insan ölmüştü. Nedeni yine bir kıyamet senaryosu . ''Aman biz kalabalığa kalmayalım, önden gidip yer kapalım'' mı dediler, ne dedilerse? İçlerinde aydın tabir edilen okumuş (doktor, mühendis,...) insanlar da olan bu niyazi grup yenilerine örnek olmalı.
.
Maya takvimini yazanların 21 Aralık 2012 den sonrasında belki de mürekkebi bitti. Olamaz mı? {;-)))
.
Sağlık ve huzur dileklerimle.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Güneş ışığı ödülü


Benim de bir ödülüm oldu. Teşekkürler Asu

Tüm sevenlerimle paylaşmak istiyorum.


1 Ocak 2010 Cuma

Her yıl tekrarlanan film




Solda görülen; yeni yılın ilk gününde yaşadığım ilk hayal kırıklığı, sağdaki ise umutlarımın resmidir.
*
Bir süredir ''Bu kez bana çıkacak'' dediğim, üstündeki numarayla gönül bağı kurduğum biletime bakıp bakıp ne düşler kurmuştum oysa ki. Kısmet ya da nasip; bu gibi durumlarda söylenebilecek şaşmaz iki sözcük. Bari amorti çıksaydı, bileti kurtarırdık desek; Ee akacak kan damarda durmaz. Yüreciğimize su serperek serinleyelim. Yetmedi, üstüne bir bardak soğuk su içelim, gelsin farenjit. Hayatta sevmeyeceğim tek kuş talih kuşudur diyerek bu konuyu kapatıyorum.
*
Gelelim nara. İlk kez geçen yıl gerçekleştirmiştim bu eylemi. Gece 12.00 de tepesine vurarak parçalanması gerekiyordu. 2009 yıl başı gecesi yumruğumu öyle bir aşk ile vurmuştum ki narın tepesine evin içi anında cinayet mahalline dönmüştü. Herkes 10-9-8-7-6... sayarken ben elimde bez delilleri yok etmekle meşguldüm. Tabii bütün yılım temizlik yaparak geçti. :-(((
*
Yılbaşı ile ilgili bir de iç çamaşırı rivayeti vardır. Ona hiç bir zaman sıcak bakmadım. Ama seyirci oldum. Pantolonlarının üzerine süpermen gibi telaş içinde giydikleri bu kırmızı giysiyle bir uçmadıkları kalıyordu, inanan dostlarımın.
*
Buraya kadar yazdıklarım eğlenmek amaçlıydı. Şimdi artık sizlere samimi dileklerimi iletmek istiyorum:

Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsanız; sağlığınız- huzurunuz hiç eksilmesin. Yeni yıl yaşam kalitenize kalite katsın. Sevdikleriniz hep yanınızda olsun. Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın.